📎 Bu bağlamda Enok’un Kitabı’nın ne zaman yazıldığı da bilinmemektedir. Ancak yapılan araştırmalar bu kitabın bir defada yazılmadığını uzun yıllar içinde değişime uğradığını ve birkaç yazar tarafından eklemeler yapıldığını göstermektedir. Örneğin Gözcüler’den söz eden bölüm en eski bölümlerden olup MÖ 300 yıllarına giderken diğer bölümleri MÖ 1. yy’a kadar tarihlenebilmektedir. Yunanca nüshaları bilinmekle birlikte, orijinalinin Aramice olduğu düşünülmektedir.
📎 Enok’un Kitabı ise yukarıda belirttiğimiz gibi,başlangıçta Apokrif kitaplar içinde var olmakla beraber sonradan ortadan kaybolmuştur. Zaten Apokrif sözcüğü de zamanla daha farklı bir anlam kazanarak “okunmaması” gereken anlamına gelmiş ve kitapların çoğu sadece belli kimseler dışında okunamaz hale gelmiştir. Ancak her şeye rağmen Enok’un Kitabı, Kutsal Kitap’ın birçok yerinde alıntılarla yaşamış ve bazı apokrif kitaplara da esin kaynağı olmuştur. (Graves, Patai; 2009)
📎 Dini külliyatı çok iyi koruyan bir ruhban sınıfının elinde böyle bir kitabın kaybolması, bu kitabın okunmasını “uygun bulmayan” bir dini görüşün varlığını da akla getirmektedir. “Düşmüş Melekler” ve kötülüğün kaynakları gibi çok marjinal konulardan bahseden Enok’un Kitabı’nın ise hem Yahudi din adamları hem de özellikle kilise babaları tarafından da sapkın olarak kabul edilmiş olması büyük olasılıktır. Bu
nedenle bu “kaybolmuştur”.
kitap tarihin bir yerinde
nedenle bu “kaybolmuştur”.
kitap tarihin bir yerinde
📎 Ancak bu durum çok uzun sürmemiş ve 1773 yılında bir söylenti üzerine İskoç araştırmacı veMason[3] James Bruce Habeşistan’a gitmiş ve Enok’un Kitabı’nın orada bir manastırda saklanmış üç nüshasını bulmuştur. Kitap 1821 yılında İbranice profesörü Richard Laurence tarafından İngilizce’ye tercüme edilmiş ve bu derlememizin de ana kaynağını oluşturmuştur.
📎 Enok’un Kitabı’nın tam olarak varlığının ispatı aslında Ölü Deniz Yazmaları’nın bulunmasıyla da alakalıdır.
Yazmalar 1947 yılında bir çoban tarafından, Ölü Deniz kıyısında Kumran’da bir mağarada rastlantısal olarak bulunmuştur. Daha sonra, bu yazmalar Kudüs Üniversitesi’nin eline geçmiş ve bu mağaralarda araştırmalar başlamıştır. 1958 yılına kadar süren çalışmalarda birçok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır.
Yazmalar 1947 yılında bir çoban tarafından, Ölü Deniz kıyısında Kumran’da bir mağarada rastlantısal olarak bulunmuştur. Daha sonra, bu yazmalar Kudüs Üniversitesi’nin eline geçmiş ve bu mağaralarda araştırmalar başlamıştır. 1958 yılına kadar süren çalışmalarda birçok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır.
📎 10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın ve birçok parçanın gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Bunlar arasında Tevrat’ta geçen metinler bulunduğu kadar bulunmayanlar da mevcuttur. Bu metinlerin
aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat’ta geçen metinlerdir. Bunların dışında kutsal metinlerin imitasyonları da söz konusudur. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor olmuş, bazı bölümler ise derlenemez şekilde bozulmuştur.
aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat’ta geçen metinlerdir. Bunların dışında kutsal metinlerin imitasyonları da söz konusudur. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor olmuş, bazı bölümler ise derlenemez şekilde bozulmuştur.
📎 Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla birlikte papirüs ve bakır üzerine yazılmış metinler de vardır. Bu metinlerin dilleri İbranice, Arami dili ve yerel dillerdir. Bu belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir.
Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250 en yenisi ise 68 tarihine tarihlenmektedir. 68 tarihi aynı zamanda Kudüs’e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir.
Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bir topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250 en yenisi ise 68 tarihine tarihlenmektedir. 68 tarihi aynı zamanda Kudüs’e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir.
📎 Bu yazmaların arasında Enok Kitabı’na aitparçalarında olduğu ve bu toplulukları etkilediği bilinmektedir.
Kitabın yazarı Enok olarak gözükse de, araştırmacılar bunun Tanah’da adı geçen Enok olmadığından emindirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi kitaba eklemeler yapılmış ve kitap birçok yazarın elinden çıkmıştır.
Kitabın yazarı Enok olarak gözükse de, araştırmacılar bunun Tanah’da adı geçen Enok olmadığından emindirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi kitaba eklemeler yapılmış ve kitap birçok yazarın elinden çıkmıştır.
📎 Peki Efsanevi Enok Kimdir ?
Enok adına ilk olarak Tanah’ın Yaradılış bölümünde rastlarız. Vulgata’da “Enok” ve Türkçe Kutsal Kitap’ta “Hanok” adıyla geçen Enok’u, aşağıdaki alıntıda da olduğu gibi bazı kitaplar Enoş diye yazsa da yine Türkçe Kutsal Kitap’ta geçen Enoş (Vulgata’da Enos) ile karıştırmamak gerekir.
Enok adı ilk Adem soyu sayılırken karşımıza çıkar:
“Kayin karısıyla yattı. Karısı hamile kaldı ve Hanok’u doğurdu. Kayin o sırada bir kent kurmaktaydı. Kente oğlu Hanok’un adını verdi.” (Yaratılış 10;17)
Enok adına ilk olarak Tanah’ın Yaradılış bölümünde rastlarız. Vulgata’da “Enok” ve Türkçe Kutsal Kitap’ta “Hanok” adıyla geçen Enok’u, aşağıdaki alıntıda da olduğu gibi bazı kitaplar Enoş diye yazsa da yine Türkçe Kutsal Kitap’ta geçen Enoş (Vulgata’da Enos) ile karıştırmamak gerekir.
Enok adı ilk Adem soyu sayılırken karşımıza çıkar:
“Kayin karısıyla yattı. Karısı hamile kaldı ve Hanok’u doğurdu. Kayin o sırada bir kent kurmaktaydı. Kente oğlu Hanok’un adını verdi.” (Yaratılış 10;17)
📎 Oysa Kutsal Kitap’ta Adem soyunun farklı bir versiyonu daha bulunmaktadır:
“Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok’un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu.
Metuşelah’ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.” (Yaratılış 5; 18-24)
“Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok’un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu.
Metuşelah’ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.” (Yaratılış 5; 18-24)
Akademi Dergisi
📎 Oysa Kutsal Kitap’ta Adem soyunun farklı bir versiyonu daha bulunmaktadır: “Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok’un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok…
Tıpkı biz müslümanlardaki gibi bir inanç var. Hz İdris ölmemiş, Allah onu katına almış. Kur'an'daki ifadeyle bir "mekan"a almış.
📎 Tanah’ın Yaratılış bölümü çok tartışıldığı gibi en az iki farklı metnin bir araya getirilmesinden oluştuğundan iki farklı Enok versiyonu olması normaldir.
Öte yandan ikinci versiyon çok büyük bir önem taşımaktadır, çünkü burada Enok’un gökyüzüne Tanrı yanına alınması vardır. Bu aynı zamanda Kabalaya kadar gidecek Gökyüzü’ne çıkma motifinin de başlangıcıdır. Bu bağlamda Enok, Tanrı yanına alınan kişiolarak da büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan ikinci versiyon çok büyük bir önem taşımaktadır, çünkü burada Enok’un gökyüzüne Tanrı yanına alınması vardır. Bu aynı zamanda Kabalaya kadar gidecek Gökyüzü’ne çıkma motifinin de başlangıcıdır. Bu bağlamda Enok, Tanrı yanına alınan kişiolarak da büyük önem taşımaktadır.
"Kurucu"
📎 Enok’un Tanrı tarafından alınması İncil’de de geçer:
“İman sayesinde Hanok ölümü tatmamak üzere yukarı alındı. Kimse onu bulamadı, çünkü Tanrı onu yukarı almıştı. Yukarı alınmadan önce Tanrı’yı hoşnut eden biri olduğuna tanıklık edildi.” (İbraniler 11;5)
Rohl (2003), Enok’un İbranicesi olan “Hanok”un “kurucu” anlamına geldiğinden yola çıkarak, Mezopotamya mitolojisindeki Anunnaki ile Enok arasında ilişki kurar. Ancak bu da
tartışmalı bir görüştür.[4]
📎 Enok’un Tanrı tarafından alınması İncil’de de geçer:
“İman sayesinde Hanok ölümü tatmamak üzere yukarı alındı. Kimse onu bulamadı, çünkü Tanrı onu yukarı almıştı. Yukarı alınmadan önce Tanrı’yı hoşnut eden biri olduğuna tanıklık edildi.” (İbraniler 11;5)
Rohl (2003), Enok’un İbranicesi olan “Hanok”un “kurucu” anlamına geldiğinden yola çıkarak, Mezopotamya mitolojisindeki Anunnaki ile Enok arasında ilişki kurar. Ancak bu da
tartışmalı bir görüştür.[4]
📎 Enok’un Tanrı tarafından alınması Göğe Yükseliş motifleriyle birlikte özellikle ortaçağ boyunca Yahudi mistisizminin en önemli çalışma öğelerinden biri olmuş; Encoh Mısır Tanrısı Thot ya da İslam’daki Hz. İdris ile de ilişkilendirilmiştir. Kaballah çalışmaları için de çok önemli olan bu motif aynı zamanda birçok ezoterik ekolü de etkilemiş, Enok’u Hermes ile bağdaştıranlar da olmuştur. Burada Enok -
Hermes tartışmasına girmeyi yersiz bulduğumuzdan Enok’u bir başka ezoterik ekol bağlamında incelemeye geçmeyi daha uygun buluyoruz.
Hermes tartışmasına girmeyi yersiz bulduğumuzdan Enok’u bir başka ezoterik ekol bağlamında incelemeye geçmeyi daha uygun buluyoruz.
Masonlukta ise Enok’un çok özel bir yeri vardır. Erman (2004) 13. derece için bunu şöyle açıklar:
“Hz. Adem’in altıncı kuşağından füruu olan Jared’in oğlu Enok, rüyasında zirvesi göğe kadar yükselen bir dağa çıktığını görür. Orada, Allah, Enok’a kendi ismini terkip eden harflerin üzerinde kazılı olduğu altından mamul bir üçgeni gösterir, fakat bu ismi hiçbir zaman telaffuz etmemesini emreder. Ancak bu isimin nasıl telaffuz edileceğini Enok’un kulağına fısıldar.
Bundan sonra Enok, birbiri üzerine inşa edilmiş 8 kemerin altından geçerek 9. kemerin altına gelir. Burada aynı altın üçgeni görür ve yanına alarak Dünya’ya döner ve uyanır.
Bunun üzerine Enok, tufanın yakın olduğunu bildiği için, yerin dibindeki mahzende rüyada gördüğüne benzeyen 9 kemer inşa eder, kıymetli taşlarla süslenmiş aynı üçgeni yapar ve akik bir taşın içine yerleştirir ve rüyasında 9 kemerin altında gördüğü bu harfleri bu üçgene yazar ve bunu beyaz mermerden bir kaidenin üzerine koyar. Bu 9 kemerin içine iki de sütun inşa eder: bronzdan yapılmış birinci sutunun üzerine, o zamana kadar bilenen sanatları ve masonluğun aletlerini ve üçgene kazıdığı harfleri yazar. Mermerden olan ikinci sütuna ise bu harflerin nasıl telaffuz edileceğini, yani sessiz dört harfin arasında kalan sesli harfleri yazar.
Tufan olunca, bu yerin altındaki mahzen de sular altında kalır. Sular, mermer sütun üzerindeki yazıları eriterek sildiği için kelimenin nasıl telâffuz edileceği yine bilinemez. Sadece bronz sütun üzerindeki harfler kalmıştır. Şu halde kelimenin sessiz harfleri okunabilmekte, fakat sesli harfleri bilinmediği için telâffuzu yine mümkün bulunmamaktadır.
[...]
Mahzende bulunan iki sütunu bir defa daha düşünelim; bronzdan yapılmış sütunun üzerindeEnok insan tarafından kendi çalışması sayesinde elde edilen bilgileri hakketmişti. Bunlar arasında telâffuzu imkânsız kelimeyi teşkil eden harfler de mevcuttu. Mermerden olan ikinci sütuna ise, Enok Allah’ın kulağına fısıldadığı bilgiyi, yani Kelime’nin nasıl telaffuz edildiğini yazmıştı. Şu halde bu iki sütunu alttan ve üstten birbirlerine bağlayan kemerler her iki kaynaktan gelen bilgilerin birbirini tamamladıklarını da remzederler. İşte 13. derecenin nihai öğretisi burda saklıdır: dini inkâr eden ilim nasıl noksan kalmaya mahkûmsa, ilmi inkâr eden din de öylece noksandır ”.
“Hz. Adem’in altıncı kuşağından füruu olan Jared’in oğlu Enok, rüyasında zirvesi göğe kadar yükselen bir dağa çıktığını görür. Orada, Allah, Enok’a kendi ismini terkip eden harflerin üzerinde kazılı olduğu altından mamul bir üçgeni gösterir, fakat bu ismi hiçbir zaman telaffuz etmemesini emreder. Ancak bu isimin nasıl telaffuz edileceğini Enok’un kulağına fısıldar.
Bundan sonra Enok, birbiri üzerine inşa edilmiş 8 kemerin altından geçerek 9. kemerin altına gelir. Burada aynı altın üçgeni görür ve yanına alarak Dünya’ya döner ve uyanır.
Bunun üzerine Enok, tufanın yakın olduğunu bildiği için, yerin dibindeki mahzende rüyada gördüğüne benzeyen 9 kemer inşa eder, kıymetli taşlarla süslenmiş aynı üçgeni yapar ve akik bir taşın içine yerleştirir ve rüyasında 9 kemerin altında gördüğü bu harfleri bu üçgene yazar ve bunu beyaz mermerden bir kaidenin üzerine koyar. Bu 9 kemerin içine iki de sütun inşa eder: bronzdan yapılmış birinci sutunun üzerine, o zamana kadar bilenen sanatları ve masonluğun aletlerini ve üçgene kazıdığı harfleri yazar. Mermerden olan ikinci sütuna ise bu harflerin nasıl telaffuz edileceğini, yani sessiz dört harfin arasında kalan sesli harfleri yazar.
Tufan olunca, bu yerin altındaki mahzen de sular altında kalır. Sular, mermer sütun üzerindeki yazıları eriterek sildiği için kelimenin nasıl telâffuz edileceği yine bilinemez. Sadece bronz sütun üzerindeki harfler kalmıştır. Şu halde kelimenin sessiz harfleri okunabilmekte, fakat sesli harfleri bilinmediği için telâffuzu yine mümkün bulunmamaktadır.
[...]
Mahzende bulunan iki sütunu bir defa daha düşünelim; bronzdan yapılmış sütunun üzerindeEnok insan tarafından kendi çalışması sayesinde elde edilen bilgileri hakketmişti. Bunlar arasında telâffuzu imkânsız kelimeyi teşkil eden harfler de mevcuttu. Mermerden olan ikinci sütuna ise, Enok Allah’ın kulağına fısıldadığı bilgiyi, yani Kelime’nin nasıl telaffuz edildiğini yazmıştı. Şu halde bu iki sütunu alttan ve üstten birbirlerine bağlayan kemerler her iki kaynaktan gelen bilgilerin birbirini tamamladıklarını da remzederler. İşte 13. derecenin nihai öğretisi burda saklıdır: dini inkâr eden ilim nasıl noksan kalmaya mahkûmsa, ilmi inkâr eden din de öylece noksandır ”.