Akademi Dergisi
2.14K subscribers
60.7K photos
25.7K videos
370 files
7.58K links
Çok önemli: Telegram bu kanalı yıllardır sansürlenemektedir. Paylaşımlarımızın Telegram uygulaması içinde yayılmasına izin vermemektedir. Kanaldaki takipçi ve görüntüleme sayıları da gerçek değildir. www.mfs.tv
Download Telegram
Akademi Dergisi
Fitnenin merkezi, İznik medresesi... 📎 Böylece erken Osmanlı döneminde siyasal erkin tercihiyle Dâvûd-i Kayserî’nin İznik medresesinde İbn ‘Arabîci eğitim resmen başlamış oluyordu, bu eğitimin bir yandan Osmanlı sufi çevrelerinde, diğer yandan…
İbn-i Arabicilik devlet siyasetine dönüştü...

📎 Onun meydana getirdiği Ekberî külliyatın,16 İznik medresesinden yayılmak suretiyle diğer medreselerde de yıllarca okunduğunu söylemek, bir kehanet değil- dir. Başta bizzat İbn ‘Arabî’ninkiler olmak üzere, Sadreddîn-i Konevî ve Dâvûd-ı Kayserî’nin imzasını taşıyan külliyatın Osmanlı tekkelerinde ve medreselerinde yüzyıllar boyu dolaşımda olduğunu, bugün Türkiye içinde ve dışındaki yazma kütüphanelerinde bulunan oldukça bol sayıdaki nüshaları açıkça ortaya koyuyor.17 Kısacası, bütün göstergeler İbn ‘Arabîciliğin böylece âdeta bir devlet siyasetine dönüştüğüne işaret etmektedir.
Akademi Dergisi
İbn-i Arabicilik devlet siyasetine dönüştü... 📎 Onun meydana getirdiği Ekberî külliyatın,16 İznik medresesinden yayılmak suretiyle diğer medreselerde de yıllarca okunduğunu söylemek, bir kehanet değil- dir. Başta bizzat İbn ‘Arabî’ninkiler olmak…
📎 Bu siyasetin Yavuz Selim (1512-1520) ve Kanuni (1520-1566) dönemlerin- de bizzat bu sultanların inisiyatifleriyle artık en yüksek seviyede temsil edildiğini görmek, şaşırtıcı olmuyor. Bunun göstergesi,18 aşağıda söz konusu edeceğimiz, dönemin en güçlü şeyhülislamlarının elimizdeki fetvalarıdır. Osmanlı devleti bilindiği gibi Mevlânâ’ya ve Mevleviliğe büyük saygı duymakla beraber, ondan bir siyaset üretmemiştir ve bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin olduğu gibi Mevlânâcı bir devlet olmamıştır.

___

18- Chodkiewicz İbn ‘Arabîciliğin Osmanlı devlet doktrini olduğu fikrini aşırı bulur: Chodkiewicz, “La Réception”, s. 106.
📎 Burada sormamız gereken asıl soru herhalde şu olmalıdır: İbn ‘Arabî’nin tasavvuf yorumunun şekillendirdiği İslam anlayışı neden Rum Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde bu kadar etkili olmuştur? İbn ‘Arabî’den çok daha önce Konya’ya gelen İşrâkî sufi filozof Şihabeddin-i Sühreverdî’nin (ö. 1191)19 ve I. ‘Alâeddîn Keykubad nezdine Bağdad halifesinin elçisi olarak gelen ünlü sufi diğer Şihabeddîn ‘Ömer es-Sühreverdî’nin (ö. 1234)20 yorumları Selçuklu sarayı dahil, belli ölçüde Konya, Kayseri, Sivas ve Tokat gibi Anadolu kentlerindeki bazı entelektüel çevreleri etkilemekle beraber neden her iki devlette de bu kadar geniş, köklü ve devamlı bir tesir icra edememişlerdir?

Bu sorunun cevabı belki İbn ‘Arabî’nin vaz’ettiği insan-ı kâmil odaklı Vahdetü’l-Vücûd sisteminin cazibesi olduğu kadar, Sadreddîn-i Konevî’nin anlaşılabilir ve kabul edilebilir biçimde yorumlanıp yaygınlaştırılmış ve Dâvûd-ı Kayserî’nin ve öğrencilerinin katkılarıyla sürdürülmüş olmasıdır diyebiliriz. Zira Dâvûd-ı Kayserî çok başarılı bir İbn ‘Arabî şârihi olduğu kadar, eserlerini Sühreverdî gibi salt bir felesefî dille değil, anlaşılır bir tasavvufî dil ve üslupla kaleme almaktaydı.
Akademi Dergisi
📎 Burada sormamız gereken asıl soru herhalde şu olmalıdır: İbn ‘Arabî’nin tasavvuf yorumunun şekillendirdiği İslam anlayışı neden Rum Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde bu kadar etkili olmuştur? İbn ‘Arabî’den çok daha önce Konya’ya gelen İşrâkî…
Ahmet Yaşar Ocak burada da bilerek ve isteyerek yanlış yola sapıyor...

Sorusunun cevabı çok açık şekilde gözler önünde... Saydığı yerlerde Çingene/Ermeni hakimiyeti vardı. Türk ve müslüman görünerek yol alıyorlardı. Dünyada o sırada mevcut dış unsurlar da oyunlarını kuruyorlardı. En başta da Vatikan...
İtiraf edelim, çok çok iyi oynamışlar.

On binlerce senelik İblislik tecrübesi sahaya dökülmüş. Saha unsurları da rollerini iyi çalışıp oynamışlar.
Yavuz Sultan Selim, büyük üstadı İbn-i Arabi'nin mezarını bulduruyor...

📎 Tam bu noktada şu iki olguyu birbirinden ayırt etmek gerekiyor:

1) İbn ‘Arabîciliğin Osmanlı entelektüel ve bürokratik dünyasındaki güçlü tesiri,

2) Aslında birincisinin etkisi sonucu oluşmakla beraber devletin belli bir dönem bizatihi İbn ‘Arabîci bir siyaset gütmesi.

Birincisini yukarıda belirttiğimiz gibi Sadreddîn-i Konevî üzerinden Dâvûd-ı Kayserî tesiriyle açıklamamız mümkündür.21

Fakat ikincisi daha ziyade İbn
‘Arabî’ye atfedilen eş-Şeceretü’n-Nu’mâniyye fi’d-Devleti’l-‘Osmâniyye isimli, Osmanlı devlet ricali arasında çok tutulan küçük bir risaleyle ilgili görünüyor.22 İbn ‘Arabî’nin mezarını buldurduğunda Yavuz Selim’in bu risaleden haberdar olup olmadığını bilmiyoruz. Belki haberdardı, haberdar idiyse risalenin gerçekten ona ait olduğuna inanıp inanmadığını da bilmiyoruz. Bizce eğer haberdar idiyse inanmamış olsa dahi devlet siyasetine uygun bir belge olduğu için aleyhte herhangi bir fikir ortaya atmamış olabilirdi.
📎 Bu risalede İbn ‘Arabî ilm-i cifr yöntemiyle geleceğe dair bazı kehanetlerinin dışında, kuruluşundan altmış küsur yıl evvel bir Âl-i Osman devleti kurulacağını, Yavuz Selim’in Şam’ı fethettiğinde kendi mezarını ortaya çıkaracağını haber veriyordu. Uzun zamandan beri söz konusu risalenin ve Sadreddîn-i Konevî’nin yazdığı söylenen şerhin apokrif eserler olduğu artık çok iyi biliniyor.23 Osmanlı bürokrasisi, uleması ve sufiyyesi içinde de söz konusu risalenin ve şerhin bu iki büyük sufinin kaleminden çıkmış olamayacağını bilenler muhakkak ki vardı.

Fakat burada önemli olan, bunu bilseler de devletlerinin ilâhî bir meşruiyyet zeminine dayandığını muhaliflerine ispat eden bir kanıt olarak değerlendirmiş ve kullanmış olmalarıdır.

O kadar ki İran’la 1730’dan beri devam eden ve 1732 tarihinde Os- manlıların galibiyetini takiben yürütülen barış müzakereleri esnasında Osmanlı murahhasları eş-Şeceretü’n Nu‘mâniyye’yi Osmanlı devletinin ilahî destekli bir devlet olduğunu ispat eden bir belge olarak İranlı meslektaşlarının önüne koydular.24

___

24- Koca Ragıp Paşa’nın Tahkîk-i Tevfîk isimli eserinden naklen Tahralı, “Muhyiddin İbn
‘Arabî’nin Türkiye’ye Tesirleri”, s. 75, dipnot 7.
İbn-i Arabi'yi söküp çıkartınca, Osmanlı devletinden ve padişahlarından geriye ne kalıyor?

📎 İbn ‘Arabîciliğin Yavuz Selim (1512-1520) ve Kanuni (1520-1566) dönemlerinde bizzat bu sultanların inisiyatifleriyle artık en yüksek seviyede resmiyet ka- zanan bir devlet siyaseti haline geldiğini, dönemin en güçlü iki şeyhülislamının elimizdeki fetvaları açıkça ortaya koyuyor. Burada fetvalarla ilgili olarak şu mühim hususu gözümüzden uzak tutmamamız lazımdır:

Fetvâlar sadece herhangi bir meselede şeriatın hükmünü bir defalığına kısa ifadelerle ortaya koyan metinler olmanın ötesinde, ileride zuhur edecek benzer meselelerin çözümü konusunda da referans olma özelliğine sahiptirler. Osmanlı şeyhülislamlarının verdikleri fetvaların bu özelliklerinin ötesinde ayrıca iki işlevleri daha olmuştur: En yüksek fetva makamının görüşünü yansıtan resmî belgeler oldukları için hem nihaî çözümü yansıtan ve devletin problemini halleden metinlerdir, hem de o konuda devlet politikasını meşrulaştıran veya politika üretmesine yol gösteren işlevsel metinlerdir. İşte aşağıda temas edeceğimiz Şeyhülislam İbn Kemal ve Ebussuud Efendilerin Muhyiddin İbn‘Arabî meselesindeki fetvaları da bu iki işlevi birden ifa etmekteydiler.
Osmanlı içinde İbn-i Arabi karşıtlığı...

📎 Osmanlı devlet İbn ‘Arabîciliğinin en çok görünürlülük kazanarak tam bir devlet politikası haline gelişinin Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman zamanlarına rastlaması bir tesadüf değildir. Çünkü bu iki sultanın zamanı, dışarıdaki parlak zaferlere karşılık, Safevî devleti ile girişilen ateşli ideolojik, siyasal ve askerî mücadelenin, Anadolu’daki mehdîci isyanlar ile İbn ‘Arabî aleyhtarı söylemlerin ortaya çıktığı fevkalade sorunlu bir dönemdi. Tarihçiler bu hadiselerin Osmanlı top- lumu içinde hâsıl ettiği krizin üzerinde bugüne kadar pek durmamışlardır. Bu kriz dönemine ait fevkalade önemli bir kaynak, bir 16. yüzyıl Osmanlı bürokratı olan Mevlânâ İsa’nın Câmi‘u’l-Meknûnât isimli mühim kitabıdır. Vaktiyle Barbara Flemming tarafından güzel bir analiz eşliğinde tarihçilerin dikkatine sunulan bu kitap yaşanan krizin Osmanlı toplumu içinde Batılıların millenium tabir ettikleri nasıl “kıyametci ve mehdîci” bir beklenti yarattığını çok canlı bir biçimde tasvir eder.25
Akademi Dergisi
Osmanlı içinde İbn-i Arabi karşıtlığı... 📎 Osmanlı devlet İbn ‘Arabîciliğinin en çok görünürlülük kazanarak tam bir devlet politikası haline gelişinin Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman zamanlarına rastlaması bir tesadüf değildir. Çünkü bu iki…
25- İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, İbnü’l-Emin M. Kemal Yazmaları, nr. 3263. B. Flemming’in bu mühim makalesi şudur:

“Sahib-kıran und Mehdi: Türkische Endzeiter- wartungen im ersten Jahrzehnt der Regierung Süleymans”, Between the Danube and Cau- casus, ed. Gyorgy Kara, (Budapest: Akadémiai KiadÓ, 1987), s. 43-62.

Bu krizin bir benzerinin dönemin Avrupa’sında da yaşandığını, Osmanlı dünyası içindekiyle karşılaştırmalı bir biçimde “apokaliptik” ve “mesiyanik” inanç ve kültür dünyası çerçevesinde ele alan Cornell H. Fleischer’i burada özellikle anmak gerekir.

Onun zamanın zihniyet dünyasını yansıtmakta olup bugüne kadar tarihçilerin ilgisini pek de çekmeyen bu mühim meseleye tahsis ettiği makaleleri önemli çalışmalardır ve ciddi bilimsel katkılardır: C. H. Fleischer, “The Lawgiver as Messiah. The Making of the Imperial Image in the Reign of Süleyman”, Soliman le Magnifique et son Temps, ed. G. Weistein, (Paris: La Documentation Française, 1992), s. 159-177; C. H. Fleischer, “Mahdi and Millenium: Messianic Dimension in the Development of Ottoman Imperial Ideology”, The Great Ottoman, vol. 7, ed. G. Eren, K. Çiçek, C. Oğuz, (Ankara: Yeni Türkiye, 2000), s. 149-161; C. H. Fleischer, “A Mediterra- nean Apocalips: Prophetics of Empire in the Fifteenth and Sixteenth Centuries”, JESHO, 61/1-2 (2018), s. 18-90.
Akademi Dergisi
25- İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, İbnü’l-Emin M. Kemal Yazmaları, nr. 3263. B. Flemming’in bu mühim makalesi şudur: “Sahib-kıran und Mehdi: Türkische Endzeiter- wartungen im ersten Jahrzehnt der Regierung Süleymans”, Between the Danube and…
📎 İşte adı geçen iki sultan başta olmak üzere Osmanlı devletinin en yüksek makamlarınca İbn ‘Arabî’yi ve İbn ‘Arabîciliği resmen savunma teşebbüsü bütün bu gelişmelerin ortasında Yavuz Selim’in insiyatifiyle ortaya çıktı.

Yavuz Selim 1517’deki Ridaniye muharebesiyle Memlûk devletine son verip Mısır ve Suriye’yi Osmanlı hakimiyetine dahil ettikten sonra dönüşte Şam’a uğramış, tarihçi Solakzâde’nin ifadesine göre her gittiği yerde yaptığı gibi oradaki evliya mezarlarını ziyaret etmişti.

Bu meyanda Memlûk hâkimiyetindeyken Suriye’de ateşli İbn ‘Arabî karşıtı fakihlerce oluşturulan husumetin sonucu o zamana kadar ziyaretçisi olmadığı için artık unutulmuş, kaderine terkedilmiş, toz toprak ve yabani otlar altında kalmış mezarını aratıp buldurdu.

Harap vaziyetteki eski kubbeli mezarın yerine bir türbe yaptırdı, yanına da bir tekke ve bir de cami inşa ettirdi.26

Bizzat şeyhülislam İbn Kemal’in kaleme aldığı fetvayı da bir kitabe halinde türbeye koydurdu. Çok hızlı bir şekilde sürdürülen inşaat çalışmalarını sultan bizzat denetlemiş ve 1518 Şubat’ında cami kendisi tarafından açılmıştır.27

Her üç bina da halen Şam’da Salihiyye mahallesinde bulunuyor. Söz konusu fetva Osmanlı devletinin İbn ‘Arabî’ye bakışını kuvvetle vurgulayan önemli bir metindir.

___


26 Solakzâde Tarihi, (İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297 (1880)), s. 413.

27 Chodkiewicz, “La Réception”, s. 105-106.
Elle tutulur belge

📎 İbn Kemal’in fetvası konusunda farklı bir durum söz konusu ediliyor. Buna göre fetvâyı asıl yazan başka bir âlim olmakla beraber fetvâ bizzat İbn Kemal tarafından tasdik edilmiş ve imzalanmıştır.28

Her hâlü kârda bu fetvâ İbn Kemal tarafından kaleme alınmış olmasa da onun eliyle imzalanmış ve tasdik edilmiş olmasının ona büyük bir prestij ve itibar kazandırmış olduğu kesindir ve devletin İbn Arabîciliğinin de elle tutulur belgesidir.

Söz konusu fetvâda önce eş-Şeyhu’l-A‘zam ve’l-Mukteda’l-Ekrem Kutbu’l-‘Ârifîn ve İmâmü’l-Muvahhidîn (En büyük Şeyh, en yüce lider, âriflerin kutbu ve Tanrı’nın birliğine inananların önderi) gibi fevkalade yüceltici sıfatlarla övdüğü İbn ‘Arabî savunmasını fetvâsında şu dört gerekçe üzerine kurar:29

1) İbn ‘Arabî çok büyük bir müctehid ve mürşiddir.

2) Hayret verici menkabeleri ve harikulade işleri vardır.

3) Pek çok mühim eseri mevcuttur.

4) Çok öğrencisi olmuş ve âlimlerin, fâzılların takdirini kazanmıştır.

___

28 Chodkiewicz, “La Réception”, s. 105-106.
29 Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu, Mecmua, no. 3743, v. 12b; Süleymaniye Kütüphanesi, Nafiz Paşa Koleksiyonu, Mecmuâ, no. 685, v. 4a-b. Burada Esad Efendi nüshası kullanılmıştır. Bu fetva metni ayrıca Ebussuud Efendi’nin aşağıda 22 nolu dipnotta gösterilen fetvâ mecmuasında da v. 317b-318a da yer almaktadır.
Zaten neresinden bakılırsa bakılsın, taşlar yerine oturmuyordu...

Osmanlı bize anlatıldığı gibi bir devlet olsaydı ve iddia edildiği gibi koca koca ilim adamları olsaydı, hala çözülmemiş olan bin türlü ilmi/dini mesele o Osmanlı devrinde kesinlikle çözülürdü.

Kaldı ki lisan ve alfabe tercihlerinden, dış siyaset tercihlerine, kılık ve kıyafet tercihlerine kadar her hususta Osmanlı hep bir tuhaf davranmış. Bunu fark etmemek, bunu fark edince bir durup değerlendirmemek mümkün mü...

İlk gençlik yıllarımdan itibaren bunun hep farkındaydım. Bir yandan bize anlatılan, öğretilen Osmanlı yalanlarına kısmen kanıyor, bir yandan "Burada bir sorun var" diyordum.
📎 Bu gerekçeler İbn Kemal’e göre İbn Arabî’ye büyük saygı duymak için yeterlidir ve bu yüzden onu eleştirenler hata işlemektedir ve sapkındırlar. Fusûs ve Fütûhat gibi hikmetlerle dolu eserlerini herkes anlayamaz. Özellikle cahiller yanlış anlamaları yüzünden İbn ‘Arabî’yi suçlayabilirler. Bu suçu işleyenlerin ise mutlaka cezalandırılması gerekir ve bu “iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak” görevini yüklenmiş olan sultanın üzerine borçtur. Başka bir ifadeyle ona göre bu suçu işle- yenler devlete karşı geldikleri için cezalandırılmalıdır.30

___

30- Fetvayı çeşitli makalelerinde bahis konusu etmiş ve yorumlamış olan bazı İbn ‘Arabî uz- manları şunlardır: Hüseyin Atay, “İlmî Bir Tenkit Örneği Olarak İbn Kemalpaşa’nın Muh- yiddin b. ‘Arabî Fetvası”, Şeyhülislam İbn Kemal Sempozyumu Bildirileri, (Ankara: Türki- ye Diyanet Vakfı Yay., 1986), s. 228-267; Tahralı, “Muhyiddin İbn ‘Arabî’nin Türkiye’ye Tesirleri”, s. 71; Şükrü Özen, “Kemalpaşazâde”, DİA, 2002, XXV, s. 240-242; Chodki- ewicz, “La Réception”, s. 106 (Chodkiewicz “Sultanın bunca aforoza, kâfir ilan edilmeye hedef olan bir adama gösterdiği saygı, her hâlü kârda derin anlamlar taşımaktadır” diyerek Yavuz Selim’in bu tavrını över); Abdurrezzak Tek, “İbn ‘Arabî’yi Müdafaa Amacıyla Kaleme Alınan Fetvâlar”, Tasavvuf, 23 (2009), s. 295-296.
Akademi Dergisi
📎 Bu gerekçeler İbn Kemal’e göre İbn Arabî’ye büyük saygı duymak için yeterlidir ve bu yüzden onu eleştirenler hata işlemektedir ve sapkındırlar. Fusûs ve Fütûhat gibi hikmetlerle dolu eserlerini herkes anlayamaz. Özellikle cahiller yanlış…
İşte kaynakları ile gözler önünde...

Gerçekten ehl-i sünnet vel cemaat (sünni) müslüman olmak ve bunun aksine olan bozuk itikadı eleştirmek, vatana ve devlete ihanet gibi görülmüş, kabul edilmiş şu Osmanlı'da...

Zaten çok devirde o sözde veli ve sözde Türk olan Osmanlı padişahları, nerede gerçek Türk var ve nerede gerçek sünni müslümanlar var diye peşlerine düşmüşler, onları oyun dışı yapmanın çarelerini düşünmüşler.
Akademi Dergisi
İşte kaynakları ile gözler önünde... Gerçekten ehl-i sünnet vel cemaat (sünni) müslüman olmak ve bunun aksine olan bozuk itikadı eleştirmek, vatana ve devlete ihanet gibi görülmüş, kabul edilmiş şu Osmanlı'da... Zaten çok devirde o sözde veli ve sözde Türk…
"Benden sonra hilafet otuz senedir" hadisini bile olmadık manalara zorlayan sayısız din ve tarih adamı...

Şimdi anlatsınlar bize...

İşte bu Osmanlı padişahları mı İslam halifeleri kabul edilecek?

Ve Osmanlı'dan önceki sözde İslam halifelerine de baksınlar, kaç tanesi gerçekten müslümanmış, kaç tanesi Ankebut Ağının adamı değilmiş, İblis'in kulu değilmiş.
Yere göğe sığdırılamayan Ebussuud'un yaptığına bakın...

📎 Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin aynı derecede önemli fetvalarının Türkçe olan ilk altısı, İbn ‘Arabî’nin Fusûs, Fütûhat ve diğer eserlerindeki bazı ifadelerin şeriat dışı olduğunu ileri süren İbn ‘Arabî karşıtlarına yöneliktir. Ebussuud Efendi bu kişilerin şeyhi anlamadıkları için “tekfir” ettiklerini, bu iddiada bulunanların “şer‘an ta‘zîr” olunup “tecdîd-i imana davet edilmeleri” gerektiğini, bunu yapma- yanların bizzat kendilerinin küfür işlemiş olacaklarını belirtmektedir.31

___

31 Fetâvâ-yı Ebû’s-Su‘ûd, Süleymaniye Kütüphanesi, İsmihan Sultan Koleksiyonu, no. 223, v. 316b-317b.
📎 Ebussuud Efendi’nin Arapça uzun bir metin halindeki bir diğer fetvası ise gerek İbn ‘Arabî için kullandığı yüceltici ünvanlar, gerekse muhtevası itibariyle İbn Kemal’in fetvasıyla hemen hemen aynı mahiyeti taşır .32

___

32 Fetâvâ-yı Ebû’s-Su‘ûd, v. 318 a.
Derhal takip edilerek kontrol altına alınmaları...

📎 Bu fetvalardan başka Ebussuud Efendi’nin fetva koleksiyonunda yer almakta olup bizzat Kanuni Süleyman’ın Manisa’daki oğlu Şehzade Mustafa’ya sancak beyi Kasım Bey’e ve Manisa kadısına hitaben yolladığı bir fermanın sureti de vardır. Bu ferman Osmanlı devletinin en üst düzey yöneticisinin bizzat ağzından İbn ‘Arabîci bir metin olarak fevkalade dikkate değer. Dolayısıyla bizzat Osmanlı sultanının şeyh hakkındaki düşüncesini yansıtması itibariyle ayrı bir önemi vardır. Kanunî bu fermanda Merkez-i dâire-i velâyet ve Mühr-i erbâb-ı hidâyet (Velîlik dairesinin merkezi ve doğru yolda gidenlerin mührü) gibi yine yüceltici sıfatlarıyla andığı İbn ‘Arabî’ye ve Şeyh Sadreddîn-i Konevî’ye dil uzatanların halk arasında kargaşa çıkarmalarına fırsat vermeden derhal takip edilerek kontrol altına alınmasını sıkı sıkı tembih eder. Bir daha aynı suçu işlememelerinin temin edilmesini, kimsenin haddini aşmadan yerli yerinde kalmasının sağlanmasını buyurur. Yasağa aldırış etmeyen suçluların “ta‘zîr-i şedîd” (şiddetli azarlama) ile kınanmasını, hatta “hak- larından gelinmesini”, hala inatlarında ısrar edip direnenler çıkar ise isimlerinin, hal ve tavırlarının açık açık tespit edilip yazılarak saltanat makamına yollanmasını emreder.33

___

33 Fetâvâ-yı Ebû’s-Su‘ûd, v. 317b. Fetvanın metni ve tercümesi Abdürrezzak Tek’in yukarıda zikredilen makalesinde, s. 296’da da yayınlanmıştır.