Radikal bir İbn ‘Arabîci siyaset
📎 Görüldüğü gibi bu ferman İbn ‘Arabî aleyhtarlığı konusunda o devirde artık Osmanlı devletinin daha hassas hatta daha sıkı bir tutum sergilediğini gösteren bir metindir. Ceza işlemini çok sıkı uygulayarak tam anlamıyla radikal bir İbn ‘Arabîci siyaset yansıtmaktadır. İslam dünyasında İbn ‘Arabîciliğin belli bir dönem için de olsa bir devlet tarafından resmen bu derece sıkı hatta katı bir siyaset haline getirildiğinin başka bir örneği yoktur. İşte tam bu noktada ikinci soru karşımıza çıkıyor: Peki neden?
Bir kere şunu unutmayalım: Bu fetva metinleri ve Kanunî’nin fermanı daha Osmanlı kuruluş yıllarından beri İbn ‘Arabîciliğin muhtelif âlim ve sufilerce kale- me alınmış eserlerden beslenen bir Osmanlı entelektüel ve siyasal kadrosu yarattığını gösteriyor. Bu kadronun yönettiği bir imparatorlukta İbn ‘Arabî aleyhtarı olmak, resmen devlete karşı gelmekle bir tutulmaktadır. Dolayısıyla müsamaha göstermek “bâis-i fitne ve fesad olma”ya, yani büyük bir toplumsal kargaşaya yol açacağından, Osmanlı devleti kendi güvenliğine yönelik her hareketi asla cezasız bırakmadığı gibi İbn ‘Arabî karşıtlığını da cezasız bırakmamaktadır.
📎 Görüldüğü gibi bu ferman İbn ‘Arabî aleyhtarlığı konusunda o devirde artık Osmanlı devletinin daha hassas hatta daha sıkı bir tutum sergilediğini gösteren bir metindir. Ceza işlemini çok sıkı uygulayarak tam anlamıyla radikal bir İbn ‘Arabîci siyaset yansıtmaktadır. İslam dünyasında İbn ‘Arabîciliğin belli bir dönem için de olsa bir devlet tarafından resmen bu derece sıkı hatta katı bir siyaset haline getirildiğinin başka bir örneği yoktur. İşte tam bu noktada ikinci soru karşımıza çıkıyor: Peki neden?
Bir kere şunu unutmayalım: Bu fetva metinleri ve Kanunî’nin fermanı daha Osmanlı kuruluş yıllarından beri İbn ‘Arabîciliğin muhtelif âlim ve sufilerce kale- me alınmış eserlerden beslenen bir Osmanlı entelektüel ve siyasal kadrosu yarattığını gösteriyor. Bu kadronun yönettiği bir imparatorlukta İbn ‘Arabî aleyhtarı olmak, resmen devlete karşı gelmekle bir tutulmaktadır. Dolayısıyla müsamaha göstermek “bâis-i fitne ve fesad olma”ya, yani büyük bir toplumsal kargaşaya yol açacağından, Osmanlı devleti kendi güvenliğine yönelik her hareketi asla cezasız bırakmadığı gibi İbn ‘Arabî karşıtlığını da cezasız bırakmamaktadır.
Yüzyıllarca yönetici kadrolar bu zihniyetle devleti yönettiler.
📎 Öyle görünüyor ki Osmanlı devlet anlayışındaki bu İbn ‘Arabî’ci zihniyet o yüzyılla sınırlı kalmadı. Sonraki İbn ‘Arabî şârihleri bu zihniyeti sürekli beslediler ve Yavuz ve Kanunî dönemlerindeki kadar radikal olmasa da yüzyıllarca yönetici kadrolar bu zihniyetle devleti yönettiler. Her ne kadar İbn ‘Arabî karşıtı olmayı 16. yüzyıldaki gibi artık şiddetle cezalandırmasa da İbn ‘Arabî şârihlerinin ve sa- vunucularının Osmanlı son döneminde bile –bugün de olduğu ve her zaman da olacağı gibi- mevcut bulundukları bir gerçektir. Böylece zamanla merkezinde İbn ‘Arabîci İslam tasavvurunun yer aldığı, başka yorumlara pek iltifat etmeyen bir “resmî İslam” algısının geliştiğini ve bunun bir devlet siyaseti hüviyetiyle yüzlerce yıl devam ettiğini daha kolay anlamış oluruz.
Kısacası İbn ‘Arabîciliğin, Osmanlı devlet İslam’ının hâkim rengi olarak tarihsel bir işlev gördüğünü, tesirlerinin günümüze kadar geldiğini ve sonuç olarak Os- manlı devletinin İslam tarihindeki İbn ‘Arabîci tek devlet olduğunu söyleyebiliriz.
📎 Öyle görünüyor ki Osmanlı devlet anlayışındaki bu İbn ‘Arabî’ci zihniyet o yüzyılla sınırlı kalmadı. Sonraki İbn ‘Arabî şârihleri bu zihniyeti sürekli beslediler ve Yavuz ve Kanunî dönemlerindeki kadar radikal olmasa da yüzyıllarca yönetici kadrolar bu zihniyetle devleti yönettiler. Her ne kadar İbn ‘Arabî karşıtı olmayı 16. yüzyıldaki gibi artık şiddetle cezalandırmasa da İbn ‘Arabî şârihlerinin ve sa- vunucularının Osmanlı son döneminde bile –bugün de olduğu ve her zaman da olacağı gibi- mevcut bulundukları bir gerçektir. Böylece zamanla merkezinde İbn ‘Arabîci İslam tasavvurunun yer aldığı, başka yorumlara pek iltifat etmeyen bir “resmî İslam” algısının geliştiğini ve bunun bir devlet siyaseti hüviyetiyle yüzlerce yıl devam ettiğini daha kolay anlamış oluruz.
Kısacası İbn ‘Arabîciliğin, Osmanlı devlet İslam’ının hâkim rengi olarak tarihsel bir işlev gördüğünü, tesirlerinin günümüze kadar geldiğini ve sonuç olarak Os- manlı devletinin İslam tarihindeki İbn ‘Arabîci tek devlet olduğunu söyleyebiliriz.
📎 Öz:
Dâvûd-ı Kayserî’nin 1331’de Orhan Gazi tarafından bilinçli bir tercihle İznik Medresesi’ne müderris tayin edildiği tarihten itibaren İbn ‘Arabî’ci düşünce özgün bir yorumla Osmanlı medreselerinde tedris faaliyetlerine nüfuz etmeye başlamıştır. Buralardan yetişen müderrisler ve onlar arasından devlet hizmetlerine atanan bü- rokratlar İbn ‘Arabî’ci anlayışı Osmanlı eğitim ve yönetim geleneğine yerleştirdiler. Onun İznik medresesine tayini, Rum Selçukluları zamanındaki Sadreddîn-i Konevî mektebinin devamı olarak Osmanlı entelektüel dünyasına İbn ‘Arabî’ci zihniyeti aşı- lamış bulunduğunu tarihsel bir vâkıa olarak tescil eder. Bu vakıanın ikinci büyük yansıması Osmanlı tasavvuf geleneğinde yüzlerce yıl silinmeden devam etmek suretiyle gerçekleşti. Osmanlı sufileri hep İbn ‘Arabîci idiler. Bu üç boyutlu Ekberî gelenek bir yandan Yavuz Selim, Kanunî Süleyman ve III. Murad örneklerinde olduğu gibi Osmanlı sultanlarının zihniyet dünyalarında kuvvetle yer bulurken, diğer yandan İbn Kemal ve Ebussuud gibi şeyhülislamlar verdikleri fetvalarla bunu takviye ettiler. Bu, Osmanlı edebiyat, san’at, bilim ve entelektüel hayatında da büyük ve kesintisiz bir nüfuz alanı yarattı. Böylece Osmanlı devleti tarihte başka örneği bulunmayan tek İbn ‘Arabî’ci devlet oluyordu. Bir daha silinmemek üzere bütün Osmanlı asırlarını kaplayan bu Ekberî zihniyet, imparatorluğun sonuna kadar devam etti.
Dâvûd-ı Kayserî’nin 1331’de Orhan Gazi tarafından bilinçli bir tercihle İznik Medresesi’ne müderris tayin edildiği tarihten itibaren İbn ‘Arabî’ci düşünce özgün bir yorumla Osmanlı medreselerinde tedris faaliyetlerine nüfuz etmeye başlamıştır. Buralardan yetişen müderrisler ve onlar arasından devlet hizmetlerine atanan bü- rokratlar İbn ‘Arabî’ci anlayışı Osmanlı eğitim ve yönetim geleneğine yerleştirdiler. Onun İznik medresesine tayini, Rum Selçukluları zamanındaki Sadreddîn-i Konevî mektebinin devamı olarak Osmanlı entelektüel dünyasına İbn ‘Arabî’ci zihniyeti aşı- lamış bulunduğunu tarihsel bir vâkıa olarak tescil eder. Bu vakıanın ikinci büyük yansıması Osmanlı tasavvuf geleneğinde yüzlerce yıl silinmeden devam etmek suretiyle gerçekleşti. Osmanlı sufileri hep İbn ‘Arabîci idiler. Bu üç boyutlu Ekberî gelenek bir yandan Yavuz Selim, Kanunî Süleyman ve III. Murad örneklerinde olduğu gibi Osmanlı sultanlarının zihniyet dünyalarında kuvvetle yer bulurken, diğer yandan İbn Kemal ve Ebussuud gibi şeyhülislamlar verdikleri fetvalarla bunu takviye ettiler. Bu, Osmanlı edebiyat, san’at, bilim ve entelektüel hayatında da büyük ve kesintisiz bir nüfuz alanı yarattı. Böylece Osmanlı devleti tarihte başka örneği bulunmayan tek İbn ‘Arabî’ci devlet oluyordu. Bir daha silinmemek üzere bütün Osmanlı asırlarını kaplayan bu Ekberî zihniyet, imparatorluğun sonuna kadar devam etti.
Osmanlı Devleti ve İbn ‘Arabîcilik.pdf
419 KB
Osmanlı Devleti ve İbn ‘Arabîcilik
İmdi...
Adaletin kılıcının sizden alacağı var ve ben sahte Yavuz da sahte Fatih de değilim.
Adaletin kılıcının sizden alacağı var ve ben sahte Yavuz da sahte Fatih de değilim.
Yerin dibine gömseniz bile yine patlatırız yine bozarız...
Yeter ki bozmak ve patlatmak isteyelim...
Aşırı öfkeliyiz, doluyuz ve hala masum sivillerden endişe ettiğimiz için kıyameti tam manasıyla kopartmıyoruz.
Ama bu sabrın bir sonu var... Kaç kere bu sabır köşeden döndü, patlamaya ramak kaladan döndü, bakalım bu defa döner mi...
Yeter ki bozmak ve patlatmak isteyelim...
Aşırı öfkeliyiz, doluyuz ve hala masum sivillerden endişe ettiğimiz için kıyameti tam manasıyla kopartmıyoruz.
Ama bu sabrın bir sonu var... Kaç kere bu sabır köşeden döndü, patlamaya ramak kaladan döndü, bakalım bu defa döner mi...
"Yalancıdır, küfre düşmüştür."
📎 Kayıtlarda geçen nakillere bakılırsa 13. ve 14. yüzyılda Mısır veya Şam’da başkadılık gibi ilmiye sınıfı mensuplarının üstlenebileceği en üst makamda görev alan sekiz meşhur ismin İbnü’l-Arabî aleyhtarı olduğu tespit edilmiştir.
Bunlardan daha önce bahsi geçen Mısır Şâfiî başkadısı İbn Dakīkul’îd, İbnü’l-Arabî’nin hem yalancı hem de küfre düştüğü kanaatindedir.22
Mısır Hanbelî başkadısı Mes’ûd b. Ahmed el-Hârisî (öl. 711/1312) onu zındıklıkla itham ederken,23 Şam Şâfiî başkadısı Alâeddîn el-Konevî (öl. 729/1329), vahdet-i vücûd düşüncesi dolayısıyla İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.24
Mısır ve Şam’da Şâfiî başkadılığını üstlenen Bedreddîn İbn Cemâa (öl. 733/1333) da kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.25
Yine İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetva verenler arasında Şam Şâfiî başkadısı Takıyyüddîn es-Sübkî (öl. 756/1355),26 Şam Hanefî başkadısı Şerefeddîn el-Kefrî (öl. 776/1374),27 Şam Şâfiî başkadısı Ömer b. Reslân el-Bulkīnî (öl. 805/1403)28 de yer almaktadır.
📎 Kayıtlarda geçen nakillere bakılırsa 13. ve 14. yüzyılda Mısır veya Şam’da başkadılık gibi ilmiye sınıfı mensuplarının üstlenebileceği en üst makamda görev alan sekiz meşhur ismin İbnü’l-Arabî aleyhtarı olduğu tespit edilmiştir.
Bunlardan daha önce bahsi geçen Mısır Şâfiî başkadısı İbn Dakīkul’îd, İbnü’l-Arabî’nin hem yalancı hem de küfre düştüğü kanaatindedir.22
Mısır Hanbelî başkadısı Mes’ûd b. Ahmed el-Hârisî (öl. 711/1312) onu zındıklıkla itham ederken,23 Şam Şâfiî başkadısı Alâeddîn el-Konevî (öl. 729/1329), vahdet-i vücûd düşüncesi dolayısıyla İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.24
Mısır ve Şam’da Şâfiî başkadılığını üstlenen Bedreddîn İbn Cemâa (öl. 733/1333) da kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.25
Yine İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetva verenler arasında Şam Şâfiî başkadısı Takıyyüddîn es-Sübkî (öl. 756/1355),26 Şam Hanefî başkadısı Şerefeddîn el-Kefrî (öl. 776/1374),27 Şam Şâfiî başkadısı Ömer b. Reslân el-Bulkīnî (öl. 805/1403)28 de yer almaktadır.
Akademi Dergisi
"Yalancıdır, küfre düşmüştür." 📎 Kayıtlarda geçen nakillere bakılırsa 13. ve 14. yüzyılda Mısır veya Şam’da başkadılık gibi ilmiye sınıfı mensuplarının üstlenebileceği en üst makamda görev alan sekiz meşhur ismin İbnü’l-Arabî aleyhtarı olduğu…
22- Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 173-186. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 4/137-148; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 4/91-96.
23 Takıyyüddînel-Fâsî,el-ʿİḳdü’s-̱se̱mînfîtârîḫi’l-beledi’l-emîn,nşr.MuhammedHâmidel-Fakî,Beyrut: Müessesetü'r-risâle, 1986, 2/172-173; Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 220. Hayatı için bk. İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 4/347-348.
24 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/190-191; Burhânüddîn İbrâhîm el-Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî ilâ tekfîri İbni’l-Arabî, nşr. Abdurrahman Vekil (Riyad: İdaretü'l-Buhusi'l-İlmiyye, 1994), 66-67; Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 175-176. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 3/199-200; Zehebî, el-‘İber, 4/87; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/24-29.
25 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/171, Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 153. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 2/15-19; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 2/280-283.
26 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/187. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 21/166-169; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/63-71.
23 Takıyyüddînel-Fâsî,el-ʿİḳdü’s-̱se̱mînfîtârîḫi’l-beledi’l-emîn,nşr.MuhammedHâmidel-Fakî,Beyrut: Müessesetü'r-risâle, 1986, 2/172-173; Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 220. Hayatı için bk. İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 4/347-348.
24 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/190-191; Burhânüddîn İbrâhîm el-Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî ilâ tekfîri İbni’l-Arabî, nşr. Abdurrahman Vekil (Riyad: İdaretü'l-Buhusi'l-İlmiyye, 1994), 66-67; Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 175-176. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 3/199-200; Zehebî, el-‘İber, 4/87; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/24-29.
25 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/171, Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 153. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 2/15-19; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 2/280-283.
26 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/187. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 21/166-169; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/63-71.
İbn-i Kesir de ona kafir dedi.
📎 Şam Şâfiî başkadısı Alâeddîn el-Konevî’nin İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetvasına Şam ulemâsından muhaddislik yönüyle daha çok tanınan Mizzî (öl. 742/1341), Zehebî, İbn Kesîr, Zeynüddîn el-Irâkī (öl. 806/1404) ve oğlu İbnü’l-Irâkî (öl. 826/1423) ile İbnü’l-Cezerî (öl. 833/1429) destek vermişlerdir.29
___
29 Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 14-30.
📎 Şam Şâfiî başkadısı Alâeddîn el-Konevî’nin İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna dair fetvasına Şam ulemâsından muhaddislik yönüyle daha çok tanınan Mizzî (öl. 742/1341), Zehebî, İbn Kesîr, Zeynüddîn el-Irâkī (öl. 806/1404) ve oğlu İbnü’l-Irâkî (öl. 826/1423) ile İbnü’l-Cezerî (öl. 833/1429) destek vermişlerdir.29
___
29 Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 14-30.
"Fususül Hikem kitabı yakılmalıdır."
📎 Bunların yanı sıra Memlükler dönemi başkadılarından Bedreddîn İbn Cemâa, Takıyyüddîn es-Sübkî, Ömer b. Reslân el-Bulkīnî ve İbn Haldûn Fuṣûṣü’l- ḥikem’in yakılmasına cevaz vermiştir.30
Memlükler döneminde başkadılık gibi ilmiye sınıfının en üst düzey mertebesinde görev almış âlimlerin İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna yönelik fetva vermeleri, söz konusu dönemde İbnü’l-Arabî aleyhtarlığının bir devlet politikası olduğu izlenimi uyandırmaktadır.
___
30- Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 38-60.
📎 Bunların yanı sıra Memlükler dönemi başkadılarından Bedreddîn İbn Cemâa, Takıyyüddîn es-Sübkî, Ömer b. Reslân el-Bulkīnî ve İbn Haldûn Fuṣûṣü’l- ḥikem’in yakılmasına cevaz vermiştir.30
Memlükler döneminde başkadılık gibi ilmiye sınıfının en üst düzey mertebesinde görev almış âlimlerin İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğuna yönelik fetva vermeleri, söz konusu dönemde İbnü’l-Arabî aleyhtarlığının bir devlet politikası olduğu izlenimi uyandırmaktadır.
___
30- Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 38-60.
📎 Başkadıların yanı sıra bazı fakihlerin de fetvalarında İbnü’l-Arabî’yi kâfir olarak andıkları görülmektedir. Bunlar arasında Mısır’da bazı medreselerde müderrislik ve İbn Tolun Camii hatipliği yapan Şemseddîn el-Cezeri (öl. 711/1311),31 İbn Teymiyye muhalifi olarak bilinen Şâfiî fakih Nureddîn el-Bekrî (öl. 724/1324)32 Mısır’da hankah şeyhliği yapan Şâfiî fakih Zeyneddîn Ömer el-Kattânî (öl. 738/1337-1338)33 ve Müslim şârihi, Mısır ve Şam’da müderrislik yapan Mâlikî fakih İsa ez-Zevâvî (öl. 743/1342)34 zikredilebilir. 13 ve 14. yüzyılda olduğu gibi 15. yüzyılda da İbnü’l-Arabî ve düşüncelerinin Memlük toplumunun gündeminde yer aldığı anlaşılmaktadır.35
___
31 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/173-174. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 5/173, İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 4/299-300.
32 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/176-177; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 158-159. Hayatı için bk. Zehebî, el-ʿİber, 4/69-70; Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 22/206.
33 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/174-175; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 155-156. Hayatı için bk. Zehebî, el-ʿİber, 4/111.
34 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/176-177; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 157-158. Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 348-349. Hayatına
dair bk. İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/210-211.
35 Bk. Halit Özkan, Memlükler’in Son Asrında Hadis: Kahire 1392-1517 (İstanbul: Klasik Yayınları, 2012), 177-179
___
31 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/173-174. Hayatı için bk. Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 5/173, İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 4/299-300.
32 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/176-177; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 158-159. Hayatı için bk. Zehebî, el-ʿİber, 4/69-70; Safedî, Kitâbü’l-Vâfî, 22/206.
33 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/174-175; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 155-156. Hayatı için bk. Zehebî, el-ʿİber, 4/111.
34 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ se̱ mîn, 2/176-177; Bikāî, Tenbîhü’l-gâbî, 157-158. Sehâvî, el-Ḳavli’l-münbî, 348-349. Hayatına
dair bk. İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, 3/210-211.
35 Bk. Halit Özkan, Memlükler’in Son Asrında Hadis: Kahire 1392-1517 (İstanbul: Klasik Yayınları, 2012), 177-179
Firavun’un İmanı Meselesi
Takıyyüddîn el-Fâsî’nin İbn Teymiyye’den naklettiği habere göre İbnü’l-Arabî, Firavun’un günahlardan arınmış bir mümin olarak vefat ettiğini bildirmektedir. Nitekim İbnü’l- Arabî’ye göre Hz. Musa Firavun için göz aydınlığı olmuştur. Allah Teâla, Firavun’a denizde boğulma esnasında iman nasip etmiştir ve canını tertemiz bir mümin olarak almıştır. İbnü’l- Arabî’nin bu düşüncesi İbn Teymiyye’ye göre onu tekfir etmek için yeterlidir. Zira Firavun, yaratılmışların içerisindeki en büyük kâfirdir.40
____
40 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ semin, 2/166.
Takıyyüddîn el-Fâsî’nin İbn Teymiyye’den naklettiği habere göre İbnü’l-Arabî, Firavun’un günahlardan arınmış bir mümin olarak vefat ettiğini bildirmektedir. Nitekim İbnü’l- Arabî’ye göre Hz. Musa Firavun için göz aydınlığı olmuştur. Allah Teâla, Firavun’a denizde boğulma esnasında iman nasip etmiştir ve canını tertemiz bir mümin olarak almıştır. İbnü’l- Arabî’nin bu düşüncesi İbn Teymiyye’ye göre onu tekfir etmek için yeterlidir. Zira Firavun, yaratılmışların içerisindeki en büyük kâfirdir.40
____
40 el-Fâsî, el-ʿİḳdü’s-̱ semin, 2/166.
Akademi Dergisi
Firavun’un İmanı Meselesi Takıyyüddîn el-Fâsî’nin İbn Teymiyye’den naklettiği habere göre İbnü’l-Arabî, Firavun’un günahlardan arınmış bir mümin olarak vefat ettiğini bildirmektedir. Nitekim İbnü’l- Arabî’ye göre Hz. Musa Firavun için…
İbn-i Teymiyye de muteber bir kişi değildi ama bu husus çok çok dikkat çekici.
İbn-i Arabi gibi birinden böyle bir itikat, iddia beklenir. Çünkü İbn-i Arabi gibi kişiler kendilerini hep firavunların soyu olarak görüyorlar.
İbn-i Arabi gibi birinden böyle bir itikat, iddia beklenir. Çünkü İbn-i Arabi gibi kişiler kendilerini hep firavunların soyu olarak görüyorlar.
📎 İbnü’l-Arabî’nin Firavun’un imanı hakkındaki yorumunu öncelikle Fusûsü’l-hikem adlı eserinden görmeye çalışalım. İbnü’l-Arabî’nin konuyla alakalı yorumlarını genel olarak şu şekilde özetleyebiliriz:
Firavun denizin dalgaları arasında kalıp boğulacağını idrak edince, zillet ve zaruret karşısında iç duygusu ile Allah’a yönelmiş ve “İsrailoğullarının iman ettiğinden başka bir İlah olmadığına inandım ve Müslüman oldum.”41 demiştir. Böylelikle kendisinde günahlardan kaynaklı oluşan kirlilik kalmamıştır. Dolayısıyla “Allah onun canını tâhir ve mutahhar olarak kabız eylemiştir.” Diğer bir ifadeyle Firavun tâhir ve mutahhar olarak can vermiştir. Nitekim dînî düşüncede “İslâm mâkablini iskat eder.” 42 kuralı bulunmaktadır.43
___
41 Yûnus 10/90.
42 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 29/349.
43 Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-hikem Tercüme ve Şerhi, çev. Ahmed Avni Konuk (İstanbul: Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2017), 2/1295.
Firavun denizin dalgaları arasında kalıp boğulacağını idrak edince, zillet ve zaruret karşısında iç duygusu ile Allah’a yönelmiş ve “İsrailoğullarının iman ettiğinden başka bir İlah olmadığına inandım ve Müslüman oldum.”41 demiştir. Böylelikle kendisinde günahlardan kaynaklı oluşan kirlilik kalmamıştır. Dolayısıyla “Allah onun canını tâhir ve mutahhar olarak kabız eylemiştir.” Diğer bir ifadeyle Firavun tâhir ve mutahhar olarak can vermiştir. Nitekim dînî düşüncede “İslâm mâkablini iskat eder.” 42 kuralı bulunmaktadır.43
___
41 Yûnus 10/90.
42 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 29/349.
43 Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-hikem Tercüme ve Şerhi, çev. Ahmed Avni Konuk (İstanbul: Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2017), 2/1295.
📎 İbnü’l-Arabî’nin; Firavun’u, yani din düşmanlarını methetmesi; onun, tertemiz olarak öldüğünü iddia etmesi:
İbnü’l-Arabî Firavun ile ilgili olarak pek çok konuda görüş bildirmiştir. Fakat bunlardan özellikle Firavun’un imanı ile ilgili olarak söyledikleri dikkatleri çekmektedir: “[İbnü’l-Arabî], Firavun’un dünyadan tertemiz (imânlı) olarak göçtüğünü iddia [etmiştir].” (a.g.e., 2008: 175). Füsûsü’l-Hikem’i şerh eden pek çok kişi de bu doğrultuda yorum yapmıştır. İsmail Fennî Ertuğrul’un bu konu hakkındaki düşünceleri her şeyi özetlemektedir: “Âcizâne kanâatime göre, Şeyh[ü’l]-Ekber hazretleri hâtem-i velâyet-i Muhammediyye sıfatıyla ve Peygamber’in emriyle ortaya koyduğunu söylediği bir kitapta (Füsûs) duraklama ve tereddüd göstermez. Aldığı emri yerine getirmiştir. Yoksa hiç de mecbur değilken kendisini tenkide m[a]ruz bıraktığına ihtimal verilemez. O bize Firavun’un îmânının makbûl olduğunu ilâhî rahmetin bir nişânesi olarak bildiriyor.” (a.g.e., 2008: 177). Yani Hz. Peygamber (s.a.v.), İbnü’l-Arabî’yi Füsûsü’l-Hikem’i yazması hususunda teşvik etmiştir. İbnü’l-Arabî, bu eserde de Firavun’un imansız olarak ölmedeğini ifâde etmiştir (!) Dolayısıyla Füsûsü’l-Hikem’i şerh eden birçok İbnü’l- Arabî mütehassısı da bu doğrultuda görüş beyân etmişlerdir
İbnü’l-Arabî Firavun ile ilgili olarak pek çok konuda görüş bildirmiştir. Fakat bunlardan özellikle Firavun’un imanı ile ilgili olarak söyledikleri dikkatleri çekmektedir: “[İbnü’l-Arabî], Firavun’un dünyadan tertemiz (imânlı) olarak göçtüğünü iddia [etmiştir].” (a.g.e., 2008: 175). Füsûsü’l-Hikem’i şerh eden pek çok kişi de bu doğrultuda yorum yapmıştır. İsmail Fennî Ertuğrul’un bu konu hakkındaki düşünceleri her şeyi özetlemektedir: “Âcizâne kanâatime göre, Şeyh[ü’l]-Ekber hazretleri hâtem-i velâyet-i Muhammediyye sıfatıyla ve Peygamber’in emriyle ortaya koyduğunu söylediği bir kitapta (Füsûs) duraklama ve tereddüd göstermez. Aldığı emri yerine getirmiştir. Yoksa hiç de mecbur değilken kendisini tenkide m[a]ruz bıraktığına ihtimal verilemez. O bize Firavun’un îmânının makbûl olduğunu ilâhî rahmetin bir nişânesi olarak bildiriyor.” (a.g.e., 2008: 177). Yani Hz. Peygamber (s.a.v.), İbnü’l-Arabî’yi Füsûsü’l-Hikem’i yazması hususunda teşvik etmiştir. İbnü’l-Arabî, bu eserde de Firavun’un imansız olarak ölmedeğini ifâde etmiştir (!) Dolayısıyla Füsûsü’l-Hikem’i şerh eden birçok İbnü’l- Arabî mütehassısı da bu doğrultuda görüş beyân etmişlerdir
📎 İbnü’l-Arabî’nin, cehennemi “tatlı” göstermesi:
İbnü’l-Arabî ‘azâb’ kelimesini, sözlük ve şeriate ters bir anlamda yorumlar. Bu kelimeyi uzûbet (tatlılık) kökünden türeterek cehennem azabının belirli bir süre sonra kâfirlere tatlı geleceğini söyler. Ayrıca bu durumdan kâfirlerin zevk alacağını ifâde eder. “F[ü]sûs’ta ‘İsmâîl’ ve ‘Eyyûb’ fasslarında şöyle denilmektedir: ‘Kâfirler her ne kadar ateşten çıkmazlarsa da netice i‘tibâriyle cehennem azâbı onlar için uzb (tatlı) olur. Cennettekiler nîmetlerden zevk alırken onlar da cehennem azâbı ve kaynar sudan lezzet alırlar’.” (a.g.e., 2008: 201).
İbnü’l-Arabî ‘azâb’ kelimesini, sözlük ve şeriate ters bir anlamda yorumlar. Bu kelimeyi uzûbet (tatlılık) kökünden türeterek cehennem azabının belirli bir süre sonra kâfirlere tatlı geleceğini söyler. Ayrıca bu durumdan kâfirlerin zevk alacağını ifâde eder. “F[ü]sûs’ta ‘İsmâîl’ ve ‘Eyyûb’ fasslarında şöyle denilmektedir: ‘Kâfirler her ne kadar ateşten çıkmazlarsa da netice i‘tibâriyle cehennem azâbı onlar için uzb (tatlı) olur. Cennettekiler nîmetlerden zevk alırken onlar da cehennem azâbı ve kaynar sudan lezzet alırlar’.” (a.g.e., 2008: 201).
📎 İbnü’l-Arabî’nin, dinler üstü kimliğini gösteren sözleri:
21. yy’de, İbnü’l-Arabî üzerinden yeni bir din kurma gayretlerinin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu bağlamda hoşgörü, sevgi... gibi kavramlar üzerinden İbnü’l-Arabî ve Mevlâna gibi önemli sûfîlerin görüşleri istismâr edilmektedir. Bu duruma zemin hazırlayan temel etmen ise İbnü’l-Arabî ve Mevlâna gibi sûfîlere atfedilen eserlerin sahihliği ve onlara aidiyeti noktasında pek fazla çalışmanın yapılmamış olmasıdır.
Eğer kaynaklarda geçen bilgiler sahih ise İbnü’l-Arabî’nin Tercümânü’l- Eşvâk isimli eserinde (?) geçen şu sözleri onun bütün dinlere olan höşgörüsünü (!) göstermektedir: “Bugüne kadar, dini dinime yakın olmadığı için arkadaşıma karşı çıkıyordum. Ama bugün kalbim artık her şekli kabul eder oldu. Ceylanların çayırı, rahiplerin manastırı, putların barınağı, tavaf edenin kabesi, Tevrat’ın sayfaları ve Kur’an’ın mushafı oldu. Süvariler ne tarafa yönelirse yönelsin, ben sevgi dinine inanıyorum. Din, benim dinim ve imanımdır.” (Bkz. Tercümânü’l-Eşvâk). Yine Füsûsü’l-Hikem’de geçen şu ifâdeler de önem arz etmektedir: “Herkes Tanrı hakkında çeşitli inançlara bağlandı. Bense onların inandıklarının hepsine inanıyorum” (Bkz. Füsûsü’l-Hikem).
21. yy’de, İbnü’l-Arabî üzerinden yeni bir din kurma gayretlerinin varlığı dikkatleri çekmektedir. Bu bağlamda hoşgörü, sevgi... gibi kavramlar üzerinden İbnü’l-Arabî ve Mevlâna gibi önemli sûfîlerin görüşleri istismâr edilmektedir. Bu duruma zemin hazırlayan temel etmen ise İbnü’l-Arabî ve Mevlâna gibi sûfîlere atfedilen eserlerin sahihliği ve onlara aidiyeti noktasında pek fazla çalışmanın yapılmamış olmasıdır.
Eğer kaynaklarda geçen bilgiler sahih ise İbnü’l-Arabî’nin Tercümânü’l- Eşvâk isimli eserinde (?) geçen şu sözleri onun bütün dinlere olan höşgörüsünü (!) göstermektedir: “Bugüne kadar, dini dinime yakın olmadığı için arkadaşıma karşı çıkıyordum. Ama bugün kalbim artık her şekli kabul eder oldu. Ceylanların çayırı, rahiplerin manastırı, putların barınağı, tavaf edenin kabesi, Tevrat’ın sayfaları ve Kur’an’ın mushafı oldu. Süvariler ne tarafa yönelirse yönelsin, ben sevgi dinine inanıyorum. Din, benim dinim ve imanımdır.” (Bkz. Tercümânü’l-Eşvâk). Yine Füsûsü’l-Hikem’de geçen şu ifâdeler de önem arz etmektedir: “Herkes Tanrı hakkında çeşitli inançlara bağlandı. Bense onların inandıklarının hepsine inanıyorum” (Bkz. Füsûsü’l-Hikem).
İmam-ı Rabbani de karşı çıktı
📎 İbnü’l-Arabî, Doğu’da ve Batı’da vahdet-i vücûd nazariyesinin kurucusu olarak gösterilmektedir. Fakat “...Sanılanın aksine bu tabir bir terim olarak İbnü’l- Arabî’nin eserlerinin hiçbir yerinde geçmez. Çünkü o bu mânayı bir değil birçok ibare, istiare ve kelimeyle anlatır. Tesbitimize göre İbnü’l-Arabî vahdet-i vücûd tabirini sadece, ‘Bana senin vücûdunun vahdetini şühûd ettir’ anlamındaki bir duasında kullanmıştır. Fakat görüldüğü gibi vahdet-i vücûd ifadesi burada bir terim olarak kullanılmamıştır. Vahdet-i vücûd tabiri, bilinen terim manasına yakın anlamıyla ilk defa Sadreddin Konevî ve daha sonra da talebesi Saîdüddin el- Fergânî tarafından kullanılmıştır.” (Kılıç, 1999: 506).
16. yy’de yaşamış önemli bir mutasavvıf olan İmâm-ı Rabbânî’nin, döneminde, İbnü’l-Arabî’den sonra meydana getirilmiş bir kavram olan vahdet-i vücûd nazariyesi ile ilgili olarak yaşadığı endişeler de İbnü’l-Arabî’nin, dinler üstü kimliğini göstermesi bakımından önemlidir: “Sirhindî, [16. yy’de] vahdet-i vücûdun, Ekber Şah’ın2 dinleri birleştirme projesine uygun bir zemin olabileceği endişesi[ni] taşı[mıştır].” (Çelik, 2009: 149). Kaynaklarda geçen bilgiler sahih ise dinleri birleştirme projesi 16. yy’de gündeme getirilmiş; İmâm-ı Rabbânî, siyasî amaçlı bu projeye vahdet-i vücûd nazariyesinin zemin oluşturacağından endişe etmiş; vahdet-i vücûda dolayısı ile de İbnü’l-Arabî’ye karşı çıkmıştır.
16. yy’de yaşamış olan Babür Şah’ın torunu Ekber Şah’ın, farklı dinlere mensup olan tebaayı tek bir din çatısı altında birleştirmeyi amaçlayan siyasî projesi ile İbnü’l-Arabî’nin, vahdet-i vucûd nazariyesinin kaynaklarda birlikte anılması ve bu durumun 16. yy mutasavvıflarından İmâm-ı Rabbânî’yi bile endişelendirmiş olması ile ilgili kaynaklarda geçen bilgiler dikkatleri çekmektedir. Bu tür bilgiler, İbnü’l-Arabî’nin ileride yeni bir dinin kurucusu olarak gösterileceğine zemin hazırlamış olmalıdır. Ayrıca vahdet-i vücûd nazariyesine de panteizm doğrultusunda yeni bir bakış açısı kazandırılmıştır (!)
📎 İbnü’l-Arabî, Doğu’da ve Batı’da vahdet-i vücûd nazariyesinin kurucusu olarak gösterilmektedir. Fakat “...Sanılanın aksine bu tabir bir terim olarak İbnü’l- Arabî’nin eserlerinin hiçbir yerinde geçmez. Çünkü o bu mânayı bir değil birçok ibare, istiare ve kelimeyle anlatır. Tesbitimize göre İbnü’l-Arabî vahdet-i vücûd tabirini sadece, ‘Bana senin vücûdunun vahdetini şühûd ettir’ anlamındaki bir duasında kullanmıştır. Fakat görüldüğü gibi vahdet-i vücûd ifadesi burada bir terim olarak kullanılmamıştır. Vahdet-i vücûd tabiri, bilinen terim manasına yakın anlamıyla ilk defa Sadreddin Konevî ve daha sonra da talebesi Saîdüddin el- Fergânî tarafından kullanılmıştır.” (Kılıç, 1999: 506).
16. yy’de yaşamış önemli bir mutasavvıf olan İmâm-ı Rabbânî’nin, döneminde, İbnü’l-Arabî’den sonra meydana getirilmiş bir kavram olan vahdet-i vücûd nazariyesi ile ilgili olarak yaşadığı endişeler de İbnü’l-Arabî’nin, dinler üstü kimliğini göstermesi bakımından önemlidir: “Sirhindî, [16. yy’de] vahdet-i vücûdun, Ekber Şah’ın2 dinleri birleştirme projesine uygun bir zemin olabileceği endişesi[ni] taşı[mıştır].” (Çelik, 2009: 149). Kaynaklarda geçen bilgiler sahih ise dinleri birleştirme projesi 16. yy’de gündeme getirilmiş; İmâm-ı Rabbânî, siyasî amaçlı bu projeye vahdet-i vücûd nazariyesinin zemin oluşturacağından endişe etmiş; vahdet-i vücûda dolayısı ile de İbnü’l-Arabî’ye karşı çıkmıştır.
16. yy’de yaşamış olan Babür Şah’ın torunu Ekber Şah’ın, farklı dinlere mensup olan tebaayı tek bir din çatısı altında birleştirmeyi amaçlayan siyasî projesi ile İbnü’l-Arabî’nin, vahdet-i vucûd nazariyesinin kaynaklarda birlikte anılması ve bu durumun 16. yy mutasavvıflarından İmâm-ı Rabbânî’yi bile endişelendirmiş olması ile ilgili kaynaklarda geçen bilgiler dikkatleri çekmektedir. Bu tür bilgiler, İbnü’l-Arabî’nin ileride yeni bir dinin kurucusu olarak gösterileceğine zemin hazırlamış olmalıdır. Ayrıca vahdet-i vücûd nazariyesine de panteizm doğrultusunda yeni bir bakış açısı kazandırılmıştır (!)
Akademi Dergisi
Photo
Merkezi New York'a çok yakın, 4.4 büyüklüğünde, 10 km derinlikte yine bir deprem meydana geldi.
Akademi Dergisi
Memura, askere bile maaş veremeyecek hale gelmiş, iflas etmiş bir TR'nin sözde resmi yetkilileri bunlar... Ruh hallerini, arka planda yaşadıkları çıkılmaz krizleri gizleyemiyorlar, açıklar veriyorlar. TR çoktan tökezledi. Tökezlememiş gibi göstermek için…
İflasın belgesi
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, hükumete enflasyon konusunda açık mektup gönderdi:
Mektupta, "2023 yılı enflasyonu, hedef etrafında konulan belirsizlik aralığının belirgin şekilde üzerinde gerçekleşmiştir. Bu metin, enflasyonun hedeften sapmasının nedenleri ile hedefe ulaşmak için alınan ve alınması gereken önlemleri açıklamaktadır" ifadeleri yer aldı.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, hükumete enflasyon konusunda açık mektup gönderdi:
Mektupta, "2023 yılı enflasyonu, hedef etrafında konulan belirsizlik aralığının belirgin şekilde üzerinde gerçekleşmiştir. Bu metin, enflasyonun hedeften sapmasının nedenleri ile hedefe ulaşmak için alınan ve alınması gereken önlemleri açıklamaktadır" ifadeleri yer aldı.