Akademi Dergisi
2.13K subscribers
61K photos
26K videos
370 files
7.59K links
Çok önemli: Telegram bu kanalı yıllardır sansürlenemektedir. Paylaşımlarımızın Telegram uygulaması içinde yayılmasına izin vermemektedir. Kanaldaki takipçi ve görüntüleme sayıları da gerçek değildir. www.mfs.tv
Download Telegram
Çok çirkin çok...

Her fırsatta "Hazret-i Ömer'in adaleti" diyorlar. Onu adalette örnek gösteriyorlar.

Sonra sık sık çıkarak Ebu Hureyre'yi muteber biri olarak gösteriyorlar.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? İnsanların aklıyla alay mı ediyorlar?

Hz Ömer, seneler boyunca kaç defa Ebu Hureyre'ye çok sert karşılıklar vermiş. Bir defasında ölümüne tokatlamış. Başka defa "Alçak, hırsız, Allah'ın düşmanı" demiş ve parasına, malına el koydurmuş. Diğer defa hadis rivayet etmesini yasaklamış.

Bütün bunları, adaletin şartlarını yerine getirmeden mi yapmış? Her defasında anlamadan, dinlemeden, savunma hakkı vermeden, ispat ve şahit getirme hakkı vermeden mi yapmış adalette hepimize örnek olan hz Ömer?

Üstelik, sadece hz Ömer mi Ebu Hureyre'yi her fırsatta ezmiş ve yerden yere vurmuş? Ya ona itibar etmeyen onca sahabi? Onlar neden görmezden geliniyor? İmam-ı Azam bile Ebu Hureyre'nin rivayetlerine güvenmemiş, çoğunlukla kaçınmış ve bu da kesin/ispatlı gerçek.

Hz Ömer'in her fırsatta kendisine sertçe ve bir mü'min kişiye yapılmayacak muameleler etmesine karşılık olarak Ebu Hureyre, daha sonraki vakitlerde, kendisi bazı izahlar yapmış. O izahlar kayda geçmiş, günümüze ulaşmış ama hem içi boş izahlar hem de tek tarafılı açıklamalar onlar. Şu şartlarda dikkate alınması mümkün değil. Hz Ömer'in ve Ebu Hureyre'ye o kadar ileri seviyede karşılık veren gerçek sahabilerin de dinlenmesi gerekiyor. Tek taraflı olmasına rağman Ebu Hureyre açıkça "Hz Ömer her defasında hep yanlış yaptı" da diyememiş. Ayrıca, neden hz Ömer'den davacı olmamış? Neden davacı olduğuna dair bir kayda ulaşamıyoruz ya da var da öyle bir kayıt, ben mi ulaşamadım? Haksız yere dövülsün, sövülsün, dışlansın, horlansın, elindekine/hakkına el konulsun, sonra davacı olmasın, öyle mi?

Hiçbir zaman davacı olamamış ama hiçbir zaman da rahat durmamış, gidip kendi hayatına bakmamış, ortalığı karıştırma mücadelesine devam etmiş. O halde hz Ömer doğru yapmış?
O halde Ebu Hureyre, defalarca aşağılanmayı, cezalandırılmayı, sürülmeyi hak edecek kadar büyük bir baş belasıymış ve fitneciymiş? Sahabi de değilmiş, fitnecilerden biriymiş?

Geçen de yazmıştım, hz Ömer o tokatı Ebu Hureyre'ye adaletsiz şekilde atsa, peygamberimizin bundan haberi var, çok yakınında yaşanıyor o hadise, hiç müdahale etmez mi? Kınamaz mı, muhakeme etmez mi, değerlendirme cümleleri olmaz mı? Hiç değilse ikaz etmez mi? Mü'minlerin topluluk olduğu bir yerde gönül almaz mı, barıştırmaz mı? Kafalardaki soru işaretlerini gidermez mi?

Sonra... Ebu Hureyre'nin, Sahih-i Buhari'de bile geçen çok sayıda rivayetinin sahih hadis olmadığını ve ne kadar ilginç ki israiliyat olduğunu yani Yahudilerin bozuk dini inançlarından kısımlar olduğunu ben burada bir akademik araştırmadan alıntılar yaparak gözler önüne açıkça ve ispatlarla sermedim mi? O kadarı, Ebu Hureyre'nin İsrailiyattan onlarca bilgiyi/inancı, zırvayı, sahih hadis diye aktarması, hata ile olacak şey mi? İtikadı bozan, sonsuz azaba düşürebilecek sözleri bile var ve bunlara bile utanmadan "peygamber sözü" demiş, bunlar hala nasıl görmezden gelinebilir?

Bu bile tek başına samimi bir müslümanı sarsacak, titretecek bir gerçek değil mi?

Ebu Hureyre'nin peygamberimizin yakınında uzun süre kaldığı bilgisi de gerçek değil ve bu da ispat edilebiliyor. Bu hususta da çoktan gerekli çalışmalar yapılmış, kim, ne hakla bu gerçeği de görmezden gelebliyor?

Daha Ebu Hureyre meselesini nereden tutmak istesek oralardan da elimizde kalıyor.

O halde kim, neyi tartışıyor? Sinsice "Hz Ömer adil falan değildi. Tam aksine, çok cahil ve adaletsiz biriydi. Anlamadan dinlemeden ashabtan kişileri bile döverdi. Onlara söverdi, aşağılardı. İftira ederdi. Onlara karşı kibirliydi. Onları hatalı şekilde kınardı, kovardı, sürerdi. Ashabın önde gelenleri de ona bu hususlarda hiç karışmazlardı, onlar da yaşananları hiç umursamazdı" mi demek istiyorlar? Bize bunu mu demek istiyorlar? Bunu demek istemiyorlarsa, ne demek istiyorlar?

Yapılan onca izahattan ve gösterilen onca delilden sonra bile hala Ebu Hureyre'yi müdafaa etmek münafıklık değilse nedir?
Akademi Dergisi
Çok çirkin çok... Her fırsatta "Hazret-i Ömer'in adaleti" diyorlar. Onu adalette örnek gösteriyorlar. Sonra sık sık çıkarak Ebu Hureyre'yi muteber biri olarak gösteriyorlar. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? İnsanların aklıyla alay mı ediyorlar? Hz…
Haccac-ı Alim de Hz. Ömer gibiydi. Müslüman rolü oynayan sahtekarları, boşboğazları, münafıkları, utanmazları, yiyicileri, fitnecileri, hak ettikleri kadar sert ezerdi. Bir ömür boyu onlarla ilmi tartışmalar yapsa da sonuç alamayacağını çok iyi bilenlerdendi.

Bu nedenle onun da söveni çoktu. Ondan nefret eden, gıyabında atıp tutan da çoktu. Haccac-ı Alim'e de "Kibirli, üslubu bozuk, merhametsiz, bencil, adaletsiz" diye bir başlarlardı gıyabında sövmeye, her şeyi derlerdi. Karşısına geçince de korkudan titrerlerdi. Hiçbir iftiralarını da ispat edemezlerdi.

Bakıyorum gıyabımda bana sövenlere, yıllardır da ara ara izah ettim bu meseleyi, hep Ebu Hureyre gibi kişiler. Hep Haccac-ı Alim'in, Emir Timur'un uğraşmadan kesip kesip attığı gibi kişiler.

İnsanlıkla bile alakaları kalmamış, sıfatlarından kin, nefret, öfke, benlik, hased, zulmet akan ama müslüman hatta müttaki ve alim müslüman rolü oynayan kişiler.

İblis'in piyonları...

Her devirde vardı bunlardan, bu devirde de çok var.
Akademi Dergisi
Haccac-ı Alim de Hz. Ömer gibiydi. Müslüman rolü oynayan sahtekarları, boşboğazları, münafıkları, utanmazları, yiyicileri, fitnecileri, hak ettikleri kadar sert ezerdi. Bir ömür boyu onlarla ilmi tartışmalar yapsa da sonuç alamayacağını çok iyi bilenlerdendi.…
Böyleleri o kadar mikrop tipler ki "Açın, açın kaynakları hz Ömer'in nasıl biri olduğunu ve adaletinin yüksekliğini bir daha okuyun" desek, boşa nefes tüketmiş oluruz. Bin kere de okusalar, fark etmez. Bunlar zaten biliyorlar neyin ne olduğunu ama gerçekler işlerine gelmiyor. Nefislerine uyuyorlar ve nefislerine uymayan, her şartta adil olan kişileri yerden yere vuruyorlar, yoldan çıkartmaya çabalıyorlar. Daha üste çıkıyorlar, üste...

Bu gibilerin tepesine, ilahi bir ikaz olarak gökten şimşek indirilse "İşte ilahi yardım/tasdik geldi, aydınlandık. Doğru yoldayız. Pes etmeyeceğiz. Gayretimizi artıralım kardeşlerim." derler. Çünkü bunlar çoktan kendilerini, iradelerini nefislerine ve şeytanlarına teslim etmişler. Çoktan şeytanlaşmışlar.

Bunlara tesir eden ne ilmi bir ilaç/şifa/usul, ne tıbbi bir ilaç/şifa/usul var. Bunların tek ilacı, İslam devletinin tereddüt etmeden yaptığı şey; kırıp, gömüp geçmek...

En doğrusu bu zaten. Müslümanlar bir ömür bunların fitneleri, gürültüleri, pislikleri ile mi uğraşacak. Neden uğraşmak zorunda olsunlar? Bu kişiler hiçbir şekilde/şartta ayar da almıyorlarsa, neden gereksiz yere taşısınlar müslümanlar bu yükü? Neden müslümanlar kendi hayatlarını zindan etsinler? Neden adaletten ayrılsınlar? Neden merhamette aşırı gitsinler?

Bu dünya bu kadar cehennemi bir halde ise, idam cezası yaygın olmadığı için... Harpler yeterli olmadığı, musibetler yeterli olmadığı için...
İNŞİKĀKU’l-KAMER

📎 Sözlükte “yarılmak, bölünmek” anlamındaki inşikāk ile “ay” mânasına gelen kamer kelimelerinden oluşan bu tabir “ayın iki parçaya bölünmesi” demektir. Bu anlamda şakku’l-kamer de kullanılmıştır. İnşikāku’l-kamer tabiri, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin yaklaştığını bildiren âyette geçmektedir (el-Kamer 54/1).
📎 Müfessirlerin çoğunluğu ayın yarılmasını zâhirî mânada anlamış ve âyette gerçekten ayın ikiye yarıldığının bildirildiğini söylemiştir; Taberî, Zemahşerî ve Râzî gibi âlimlere göre âyet Mekke’de vuku bulmuş olan bir mûcizeyi haber vermektedir.
Ay'ın yarılması kıyamete yakın zamanda mı olacak?

📎 Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’tan nakledilen bir rivayete göre ise âyet gelecek zamanda ayın yarılacağı anlamına gelir (Ebü’l-Leys es-Semerkandî, III, 297). Mâverdî, Hasan-ı Basrî’nin, “Eğer ay yarılmış olsaydı herkesin görmesi gerekirdi, çünkü mûcize karşısında bütün insanlar aynı konumdadır” dediğini ve ayın sûra ikinci defa üfürüldüğü zaman yarılacağını ileri sürdüğünü kaydeder (en-Nüket ve’l-ʿuyûn, V, 409). Ayın yarılmasına “ayın doğması ile karanlığın dağılması, her şeyin açık ve belirgin hale gelmesi” gibi mecazi anlam verenler de vardır (a.g.e., V, 409).
Ay'ın yarıldığı ile alakalı hadisler pek de sıhhatli değiller

📎 İnşikāku’l-kamerle ilgili rivayetler başta Buhârî ve Müslim olmak üzere çeşitli hadis kitaplarında mevcuttur. Bu rivayetler sahâbeden Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Enes b. Mâlik, Cübeyr b. Mut‘im ve Huzeyfe b. Yemân’a atfedilir. İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Enes’in rivayetlerinde Buhârî ve Müslim ittifak etmekte, İbn Ömer’in rivayetinde Müslim yalnız kalmakta, diğer sahâbîlere isnad edilen rivayetler ise bu iki eserin dışında kalan kaynaklarda yer almaktadır. Buhârî ve Müslim’de İbn Mes‘ûd’dan nakledilen üç farklı rivayet vardır (Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36; Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 44-45). Bunlarda sözü edilen haberin İbn Mes‘ûd’a isnadı sahih olmakla beraber gerek metindeki ifadelerden gerekse muhaddislerin açıklamalarından (Ali el-Kārî, I, 585) mevkuf olduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas kanalıyla gelen rivayet ise Buhârî’de üç, Müslim’de sadece bir yerde tahriç edilmiştir (Buhârî, “Menâḳıb”, 27, “Tefsîr”, 54/1; “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 36; Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfıḳīn”, 48).
Mevkuf hadis ise herkesin anlayabileceği dilde şudur:

İsnadı peygamberimize ulaşmıyor. Yani en son kişi Ahmet, kendinden önce Mehmet'e isnat ediyor. Ondan duyduğunu söylüyor. Mehmet'ten geriye doğru bakılarak, peygamberimize kadar ulaşmak isteniyor ama bu mümkün olmuyor. O hadisi peygamberimizden kim duymuş, meçhul...

O nedenle "Mevkuf hadis" aslında hadis olarak kabul edilemiyor. "Sahabenin sözleri" şeklinde değerlendiriyor. Buna rağmen mevkuf olanların da hadis kabul edilmesi gerektiğini savunan alimler de olmuş.
📎 Mevkuf terimi bazan “kabul veya reddedileceği konusunda hüküm verilemeyen hadis” mânasında kullanılmış, bazan da tâbiîn ve daha sonraki dönemlerde yaşayan âlimlerin sözleri için, “Hâzâ mevkūfün ale’z-Zührî” (Bu haber İbn Şihâb ez-Zührî’ye nisbet edilmiştir) diye bir ifade şekli benimsenmiştir (İbnü’s-Salâh, s. 46).
Hadiseye şahit olduğu iddia edilen kişi, o tarihte doğmamış

📎 Bazı muhaddisler, inşikāku’l-kamerin hicretten beş yıl önce vuku bulduğunu ve bu tarihte Abdullah b. Abbas’ın henüz dünyaya gelmediğini dikkate alarak onun bu olayı müşahede edemeyeceğini, ancak bir başkasından (muhtemelen İbn Mes‘ûd) duyarak nakletmiş olabileceğini belirtirler (İbn Hacer, XV, 26; Aynî, XVI, 55).
Henüz beş yaşında

📎 Ayrıca bazı hadis tenkitçileri, hicretten önce Mekke’de vuku bulduğu söylenen ve o sırada dört beş yaşlarında bir çocuk olan Enes’in Medine’de iken olayı görmesinin mümkün olmadığına, bu sebeple İbn Abbas rivayeti gibi bunun da mürsel sayılması gerektiğine dikkat çekerler (İbn Hacer, XIV, 129; Ali el-Kārî, I, 585-586).

Abdullah b. Ömer’den gelen rivayet Buhârî tarafından tahriç edilmemiş, sadece Ṣaḥîḥ-i Müslim’de yer almıştır. Metinde Hz. Peygamber’den üçüncü şahıs olarak söz edilmesi, olayın vuku bulduğu sırada beş yaşlarında olan İbn Ömer’in bunu büyük ihtimalle İbn Mes‘ûd’dan duymuş olabileceğini, hatta râvinin sadece Abdullah şeklinde zikredilmesi sebebiyle İbn Mes‘ûd’un İbn Ömer ile karıştırılması ihtimalini akla getirmektedir.
Hiçbir yoldan doğrulanamıyor

📎 Cübeyr b. Mut‘im kanalıyla gelen rivayeti ise Ahmed b. Hanbel (IV, 82), Tirmizî (“Tefsîr”, 54/5) ve Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (Müsned, s. 38) tahriç etmiştir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî bu rivayetin münkatı‘ olduğunu bildirir; İbn Maîn ve İbn Hibbân da senedde yer alan Süleyman b. Kesîr’i ve oğlunu zayıf kabul ederler
📎 Bu rivayetlerin incelenmesinden, haberin isnad edildiği sahâbîler içinde olayı bizzat görme imkânına sahip olanların Ali b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Mes‘ûd, Cübeyr b. Mut‘im ve Huzeyfe b. Yemân olduğu anlaşılır. Ali b. Ebû Tâlib ile Huzeyfe’ye nisbet edilen rivayetler ve sahih hadis kitaplarında yer almamıştır. Cübeyr b. Mut‘im’in rivayeti münkatı‘, İbn Mes‘ûd’un rivayeti ise mevkuftur.
📎 Kelâm âlimleri, ayın geçmişte yarıldığını konu edinen rivayetler hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mu‘tezile kelâmcıları, herkesin dikkatini çekmesi gereken inşikāku’l-kamerin dünyanın başka yerlerinde görüldüğünün bilinmemesi, hadisenin bu kadar az insan tarafından rivayet edilmesi, ayrıca tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemesi gibi delillere dayanarak böyle bir hadisenin gerçekleşmiş olamayacağı tezini savunmuşlardır. Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebû Abdullah el-Halîmî de benzer görüşü benimseyerek konuyla ilgili âyetin, kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmolojik bir değişikliği haber verdiğini belirtir (İbn Hacer, XV, 31).
📎 Bâkıllânî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Nûreddin es-Sâbûnî, Fahreddin er-Râzî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi âlimler inşikāku’l-kameri Hz. Peygamber’in hissî mûcizeleri arasında sayarlar. Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevî gibi sûfîler ise inşikāku’l-kameri ayın gerçekten yarılmadığı, bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü tarzında yorumlamışlardır (Çelebi, s. 172-178).
📎 Elmalılı Muhammed Hamdi ise ayın gelecekte yarılacağını söyleyen Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh gibi âlimlerin geçmişte böyle bir olayın vuku bulduğunu inkâr etmediklerini, bundan, ileride büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı mânasını anlamak gerektiğini ve bu olayda gelecekteki parçalanmaya delâlet eden bir yarılmanın söz konusu olduğunu belirtir.
📎 Âyetin açık ifadesinden anlaşıldığına göre inşikāku’l-kamer mecaz değil hakikat mânasında kullanılmıştır. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de örneklerine sıkça rastlandığı gibi geçmiş zaman kipiyle gelecek zamanın kastedilmiş olması ihtimali mevcuttur. Nitekim kıyametin kopuşunu tasvir eden sûrelerin bir kısmı mâzi sîgasını içeren cümlelerle başlamaktadır (et-Tekvîr 81/1-7; el-İnfitâr 82/1-4; el-İnşikāk 84/1-5). Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de, daha önceki peygamberlere verilen hissî mûcizelerin yalanlandığına dikkat çekilerek müşriklerce istenen mûcize taleplerine cevap verilmediği bilinmektedir (el-İsrâ 17/59, 90-95). İnşikāku’l-kamerin geçmişte vuku bulduğunu bildiren haberlerin râvileri olarak gösterilen sahâbîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin isnad açısından tartışılması, ayrıca hiçbir rivayetin tevâtür derecesine ulaşmaması, bu hadisenin geçmişte kesinlikle vuku bulduğunu söylemeye imkân vermemektedir.
Gerçekten ve tamamen sönmüş mü?

📎 Bu arada yirmi yedi âyette “ay” anlamında kamer kelimesi geçmektedir. Burada önemli olan husus, ilgili âyetlerde güneş “ziyâ” ve “sirâc” kelimeleriyle, ay ise “nûr” ve aynı kökten gelen “münîr” kelimeleriyle nitelendirilerek güneşin ışık kaynağı, ayın ise sönmüş bir yıldız olduğuna dikkat çekilmiş olmasıdır.
Güneş ve Ay, insana hizmetkarlar

İbrahim / 33. Ayet

وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ

Bir düzen içinde kendi yörüngelerinde dönüp durmakta olan güneşi ve ayı hizmetinize veren ve gece ile gündüzü de faydanıza sunan yine O’dur.
Akademi Dergisi
Kamer'e "Sadık hizmetkar" manasını verenler, neye danayarak vermişler, henüz bilmiyorum ve araştırma fırsatı bulamadım ama... O manaya geliyorsa da çok şaşırtıcı. Çok zor zamanda, çok zor şartlara Allah'a İslam'a sadık kalacak bir kişiden yani Mehdi'den bahsediliyor…
👆👆👆

Nahl / 12. Ayet

وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

Sonra geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Gerçekten bunda aklını kullanan bir toplum için nice ibretler, dersler vardır.