Akademi Dergisi
2.12K subscribers
59.8K photos
25.1K videos
370 files
7.53K links
Çok önemli: Telegram bu kanalı yıllardır sansürlenemektedir. Paylaşımlarımızın Telegram uygulaması içinde yayılmasına izin vermemektedir. Kanaldaki takipçi ve görüntüleme sayıları da gerçek değildir. www.mfs.tv
Download Telegram
Haddi aşıyorsun Zeki Çalışkan!

Arkamdan çevirdiğin binbir türlü planın, pusunun hepsini biliyordum, biliyorum ve hepsini de bozdum.

Yazılarımdaki o iddialarımın somut delillerini savcılıklara ve mahkemelere sunmama mani olmak için beni, TCK 32 kapsamında gözetim süreci için Erenköy Ruh ve Sinir'e sevk ettirdiğinizde, oranın başındaki gizli Hristiyan olan doktor Hüseyin ile neler çevirdiğinizi de biliyordum/biliyorum.

Hüseyin'in senin mensubu olduğun gizli Hristiyan cemaatinin bir mensubu olduğunu da biliyorum. Sürekli irtibatınız olduğunu, sadece benim mevzum için tanışmadığınızı, paslaşmadığınızı, daha önce başkalarına da hukuksuz ve art niyetli şekilde raporlar verdirdiğinizi de biliyorum...

Ne kadar ahmakça ve tedbirsiz şekilde kafa kafaya verdiğinizi ve nasıl açıklar verdiğinizi, deliller bıraktığınızı da biliyorum.
Bunu daha orada iken biliyordum. Bunların somut delillerinin elimde olduğunu, orada doktor Hüseyin'e, doktor Onur üzerinden haber etmiştim. Gizli Hristiyan Onur, kendisinden istenen numarayı oynamaya çalışırken, isteksizdi. Bu kadar zorlama ve hukuksuz şekilde bu işin tutmayacağının, bana rapor vermeye ihtimal bile olmadığının baştan farkındaydı.

Karşısına bir kere geçtim, yarım saat kadar konuştum, adam sanki başka bir dünyaya geçti... Hayatının şokunu yaşadı. Hasmına hayran olma hali yaşıyor ve bunu gizleyemiyordu.

Önünde, savcılıklar ve mahkemelerden temin ettikleri dosyalarım vardı ki o dosyalarda suç unsuru olarak gösterilen yazılarımın, yayınlarımın herhangi bir hukuk devletinde anında temiz eller operasyonu başlatacağını, on senedir Erdoğan'a hakaretten yargılanamadığımı, yargılanmayı çok istediğimi, kendisinin benden asla davacı olamadığını, 2013'ten beri Erdoğan'a hakaret ettiğim iddiasıyla Adnan Oktar'ın marifetiyle oluşturulan bir dosyanın yok edildiğini, bu kapsamda bir savcıda ifademin bile alınamadığını, bir yargılansam yarım saat sonra memleketin ayarının değişmeye başlayacağını, elimde somut deliller olduğunu, o dosyaların oluşması için çırpındığımı, onları sorun değil nimet gördüğümü v.s. hızlıca anlatınca, başı döndü.

Numara oynaması gerektiğini bile unutup şaşkınlıkla "Yaaa, yaaa... Bu şartlarda bir de böyle mi, öyle mi?" gibi konuşmak zorunda kaldı. "Peki Tuncay bey, siz bunları iddia ediyorsunuz da bir de yanında somut deliller yayınlıyorsunuz, bunu nasıl yapabiliyorsunuz?" diye sormaktan kendini alamadı.

Libya'ya silah kaçırılan Amazon isimli sivil kargo gemisini, video görüntüsüne kadar ifşa ettiğimi...

Suriye'de Tayyip'in emriyle MİT'in defalarca kimyasal katliam yapıp her seferinde suçu Esed'in üzerine yıktığının delillerini yıllar önce paylaştığımı...

Hatta Erdoğan'ın Suriye'de mazot kaçakçılığı yaptığının somut görüntülerinin Sputnik'te bile yer aldığını ve aslında suç ya da delilik emaresi gibi gösterilmek istenen iddialarımın saygın basın yayın kuruluşlarında bile haber olduğunu ve benim de bazılarını oralardan aktardığımı...

Elindeki dosyalarımda hiçbir suç unsuru ya da akıl sağlığı şüphesi duyulabilecek bir şey bulunmadığını, yargılanma sürecinde karşımda hukukun ayaklar altına alındığını...

Hep biliyordu... Bu şartlarda ancak Tayyip gibi köşeye sıkışmışlar ve senin gibi hem köşeye sıkışıp hem de kafayı cinsi sapıklıkla, uyuşturucuyla, çift kimlikli yaşamakla, nitelikli dolandırıcılıkla, her gün herkese ayrı bir yüz göstermekle yakmış olanlar bu işi zorlardı. Onur zorlamadı...

Anlattım, açıkladım biraz delilleri nasıl elde ettiğimi ama o ekibimi, sistemimi çözmeye dönük sorular soruyordu, ona da izin vermedim.
Onur bir daha beni karşısına alamadı. Sonraki her aşamada geri durdu hatta kaçtı...

Bak şimdi, buradan biraz geri saralım şu filmi... Ben, altı ay boyunca o hastahaneye ceza evinden götürülüp getirilmişim. Sabah götürülüyorum, öğleden sonra ya da akşam cezaevine geri getiriliyorum. Kutu gibi bir araba... Hükümlü ve tutuklu taşıyan, her tarafı zırhlı gibi çevrilip kapatılmış içine ayrıca metalden küçücük bir iç bölme yapılmış, oraya da altı kişi tıkıştırılan bir araba ile götürülüp getiriliyorduk. Yazın sıcağında etrafı, dışarıyı göremeden sallana sallana gidip geliyorduk. Birkaç sefer sonra beni araba tuttuğunu fark ettim. Halbuki beni hiç araba tutmazdı.

Onlarca defa böyle olmuş, gitmiş gelmişim ama bana hayatıma ya da yayınlarıma dair tek bir soru sorulmamıştı. Hiçbir bilimsel temeli olmayan Roşa testine, tartışmaya açık ve göreceli sorularla dolu olup bilimsel kesinliği olmayan 565 sorulu teste yeniden yeniden sokulmak isteniyordum. İtiraz ettim... "Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Benden delil isteyin, mahkemeler isteyemediler, size getireyim, hemen bitsin bu iş burada?" deyince, susup durdular. Zorladılar durdular. Çoktan "Herhangi bir akıl sağlığı sorunu yoktur" demeleri gerekiyordu. Benim sinirlerimi zorlayıp bana hırçın tavırlar sergiletip bunu bahane ederek ilaç dayatmak ve önce gerçek psikiyatrik ilaçlarla süreci başlatıp da sonra işimi bitirecek ilaçlar vereceklerdi. Büyük bir ekip bunun böyle olmasını istiyordu, herkesi, her aşamayı takip ediyorduk ama sen o zaman da haddi çokça aşanlardan oluyordun Zeki Çalışkan...
Sonra tamamen hukuksuz şekilde mahkemeler/hakimler de ayarlanarak ve özellikle 39. Asliye ceza mahkemesi kullanılarak hastahaneye yatış kararı verildi. Benim önümde, benden önce yatış kararı verilmiş ve sıra bekleyen yüzlerce kişi vardı. Ceza evinde sırf hastahane işlerine bakan, sürekli bunlarla ilgilenen bir kaç ceza infaz memuru vardı. Gide gele aramızda biraz tanışıklık olmuş ve sohbetlerimiz de olmuştu. Bu kişiyi konuştururken "Senin yatış verilecek bir halin yok. Sana yatış veremezler. Verseler bile Bakırköy Ruh ve Sinir birbuçuk sene sonrasına gün veriyor. Bu Erenköy ise gün bile veremiyor. Sistem kilitlenmiş, yer yok, yatak yok" dedi. Diğerleri de aynı şeyleri anlatıyordu. Lakin ben kendimi yıldırım hızı ile hastahane sürecinde buldum Zeki? Arka planını buradan anlatmama gerek var mı, zaten işin içindeki kişilerden biri de sensin?

Haftada bir, tekrar tekrar intihara teşebbüs eden onlarca kişi aylardır sıra bekliyordu da Zeki, ömrü boyunca hiç kimseye zarar vermemiş, tek bir kontrolsüz hali görülmemiş, kendine tek bir çizik bile atmamış, uyuşturucuyu geç de ömrünce bir dal sigara bile içmemiş, alkollü içeceklerin adını, tadını, rengini bile bilmemiş ben, kendimi mahkemenin yatış kararından günler sonra hastahanede buldum.

Yatışa götürüldüm, 20 günden fazla kutu gibi, it bağlasan durmaz bir yerde hiçbir test, mülakat, tıbbi aletlerle bir ölçme/tarama yapılmadan orada tutuldum. Her şey yine hukuk dışı, normal dışı sürüyordu. Yatırıldıktan birkaç gün sonra, işte yukarıda anlattığım doktor Onur görüşmesi yaşandı. Yarım saat kadar sürdü, o şoku yaşadılar ve beni öylece bıraktılar. İşlem yapamadılar, taburcu edemediler, rapor veremediler ama üstten gelen baskıları da ezemediler. Bocaladılar... Bundan sonra Onur oyundan çıkmak istedi...

Yaklaşık 20 gün oluyordu, hiçbir şey yapıldığı yoktu, doktor bir muhatap arıyorum, yok. Hukuki muhatap arıyorum, yok... İnfaz memurları şaşkın, orada nöbet tutan jandarma personelleri şaşkın... Adamlar gelip gidip "Yahu sen hala burada mısın, senin hiçbir sorunun yok. Seni niye burada tutuyorlar" deyip duruyorlardı. Hepsi şahitlerim, davalarda dik duracaklar... İsimlerini, soy isimlerini de verdiler ve "Ne gördüysem anlatacağım kardeşim" dediler. Hatta hastahane hemşirelerinden de çok temiz niyetli, sizler gibi şeytanlaşmamış çok sayıda kişi de şahitlik yapacaklarını ifade ettiler. Hatta bunlardan ikisi, doktor Onur'un, doktor Vedat'ın bana nasıl yalanlar söylediğini, arka planda aynı konuları kendilerine nasıl başka anlattıklarını, kendilerine nasıl yalanlar söylendiğini meydana çıkarttılar. Kendileri de sarsıldılar.

Hele bir hemşire var ki soğuk algınlığı ilacı olduğu iddiası ile bana onunla ilaç gönderdiler, açıkça yalanlar söylettiler. Beceremedi, açık verdi. Ne olduğu hala belirsiz olan o ilacı tam yutuyordum ki üzerine gittim, sıkıştırdım, bocaladı ve bir çocuk gibi oradan koşarak kaçtı. Arkasından "Senden de davacı olacağım, bu nasıl iştir böyle... İki sözünde bir kendini yalanlıyorsun." deyince, az ileride infaz memurlarının kapıyı açmasını beklemek zorunda olduğu anda, beni gayet net duydu ama gık diyemedi.

Aynı ilaç için bir personel soğuk algınlığı ilacı derken, diğeri B12 vitamin ilacı dedi. Bu işin arkasında gizli Yahudi doktor Begüm vardı ve bunları da bildiğini tahmin ediyorum Zeki Çalışkan...
21 günlük yasal denetim süresi bitecekti, az kalmıştı.. Bir şeyler yapmaları lazımdı ama kilitlenmişlerdi, seninle de Hüseyin sık mekik dokuyordu. Hukukla tehdit ettiğimde sana dönüp senden destek alıyordu, değil mi Zeki Çalışkan?

Sonra kendilerince vizit dedikleri bir toplantı yaptılar. Saymadım ama yaklaşık 20 ya da biraz daha fazla psikiyatr, psikolog ve ayrıca sosyal tarama uzmanı dedikleri biri v.s. toplaşmışlar. Bir U masa olmuş, jandarma personeli beni oraya götürdü, kelepçemi açtı ve boş kalan uca beni sandalyede oturttular.

Senin Hüseyin "Evet Tuncay bey! Siz neden Cumhurbaşkanına hain diyorsunuz" diye söze girmesin mi... Altı ay boyunca bir şey soramamışlar, "Neden sormuyorsunuz" diye yatış kararından önce de bunları baskıya almıştım. Yine soramamışlar, onca gün yatmışım bir şey soramamışlar ve sonra yapmak istediklerine bak Zeki...

Gülsem, gülemiyorum. Kızsam ve öfke krizlerine girsem, zaten onu bekliyorlar, istiyorlar.
"Tayyip'in vatana ihanet ettiğinin somut delillerini on yıldır paylaşıyorum. Yargılanmaya çalışıyorum, başaramıyorum. Son zamanlarda bir keresinde binlerce kişiyi çok vahim iddialarımla CİMER' yönlendirdim. Panik haliyle CİMER'i kapattılar. On günden fazla süre kapalı kaldı. Sonra insan aklıyla dalga geçer gibi açıklama yaptılar. Ana adres değişmiş de CİMER artık falanca adresteymiş. Yahu böyle bir sitenin arkasında ben bile olsam, tek başıma olsam, bir adres değişikliğini eski adrese koyacağım bir boş sayfadaki iki satır yazıla duyurabilirim? Yeni adresin köprüsünü, linkini verebilirim? Dahası, eski adrese girmek isteyenleri, kendileri farkına bile varmadan yeni adrese yönlendirecek bir sistemi beş dakika içinde ben bile kurabilirim? Siz bunu neyle, nasıl açıklayacaksınız? Ben yargılanabilmek için işte bu kadar çırpındım ve kendimden işte bu kadar eminim. Ben bir iddia bulunup somut delillerini de yanına eklemişsem, o adam her kim olursa olsun ona vatan haini derim. Dedim, demeye devam edeceğim. Kendisi de bu nedenle on senedir vatan haini dediğim halde benden davacı olamadı. Şu önünüzdeki dosyalara bakın, biri üç sene öncesinin dosyası, biri iki sene öncesinin, diğerlerinin bilmem ne zamanın... Bunların hepsi sümen altıydı, ben bilerek tansiyonu yükselttim ve ellerine geçtim. Şimdi de aylarca içeride sessiz durduktan sonra bir karşı hamleye giriştim. Onların son çaresi sizsiniz. Siz arada kalıyorsunuz, mevzu sizin üzerinize yıkılacak, dikkat edin.

Bu iş böyle acayip bir şekle gelmek yerine, şu hakimler savcılar bana -Ne imiş senin delillerin, ver bakalım-" deseydi, mesele bitmişti. Bakın Hüseyin Bey, ben Libya'ya koca gemi dolusu askeri araç, silah ve mühimmat kaçırılırken dünyada ilk olarak bunu haber yaptım, ifşa ettim, somut delillerini de yanında paylaştım. Bu gemide belki de yarım milyar dolarlık malzeme vardı. Bunlar kimin parası ile alındı, sizin, benim, buradaki şu diğer kişilerin paralarıyla... Bu gariban milletin paralarıyla... Yapılan tam bir vatana ihanet eylemiydi. Uluslar arası savaş ve terör suçuydu. Bunun gibi neler neler var. Siz şimdi bunca yayından altı ay boyunca hiçbir şey sormayıp da sonra vatan haini diyemezsiniz deyip de mevzuyu geçiştirecek misiniz?" dedim.

Hüseyin ne yapsın, mecbur... Ezildi, sesi değişti, hali değişti, oradakiler de anladılar ama elinde malzeme yok. Açıp da bana bir tane yayın, yazı soramıyor. Hepsi çok zekice, çok mantıklı ve ciddi şekilde yazılmış gerçekler... Hepsi birbiriyle muazzam bir mantık ve kurgu uyumu halinde... Yine ısrar edip başa sarıp "Vatan haini diyemezsiniz" dedi.. Ben de "Ben bu sürecin başından beri aynı şeyi söyledim, şimdi de söylüyorum. Sizinle tartışmayacağım. Buraya hukuki bir sebeple mi geldim, tıbbi bir sebeple mi? Burada tıp mı hukuk mu konuşacağız?" dedim. Halbuki ben "Bana yayınlarımı sorun. Neresinde şizofrenik bir hayal dünyasının tezahürü var, anlatın, benden izah ve ispat isteyin" dedikçe. "Biz doktorlar olarak, yayınlara, içeriğe bakmıyoruz" deyip duran da kendisiydi ve doktor arkadaşlarıydı.
Bu kısımları yazarak anlatmak mümkün değil Zeki.. Az bir zamanı kaldı, o gün gelince ben sesli olarak anlatacağım ve bütün Türkiye şoka girecek. Yarım saatten fazla bir süre konuşmalarım oldu. Ne hallere düştüler, görsen acırdın hallerine...

Darbe üstüne darbe aldılar. "Sizin kurul başkanlarınız bile hukuk bilmiyor" deyip anlattım, "Benden önce yatırılması gereken yüzlerce kişi var, bana sıra en iyi ihtimalle bir senede gelirdi, beni buraya bu kadar önden getiren güç kim?" dedim, en çok da bu soruda dut yemiş bülbül gibiydi senin Hüseyin... Kıvırmaya dönük bir izahat bile yapamadı. Kendisi oranın üst sorumlusu ama bu soruya cevap veremiyor, düşünsene Zeki onun oradaki halini....

"Benim için yatış kararı verilen dava 39. Asliye cezada görülüyor. Yatışa kadar bana bu dava ile ilgili baskı yapıp duruyordunuz. -Bir yatın, konunun muhataplarını bulalım, anlattıklarınızı doğrulayalım.- diyordunuz. Bu kadar hukuksuz bir şekilde yatış kararı çıkartıldı. Yattım bunca gündür, bana bu hususta ne sordunuz? Kimi aradınız? Ben 39. Asliye davasında karşımda müşteki olan şahsı hemen yanınızda arayalım da gerçekleri itiraf edecek dedim yatış öncesinde sizlere... Neden duymazdan geldiniz? Mesele on dakikada çözülecekti ve şimdi hala ban bir şey sormadan acayip bir sistem işletmeye çabalıyorsunuz? 39 Asliye, yatış kararı veremden önce usul gereği beni SEGBİS'ten bağlattı. Hakim değişmiş, tavırlar hukuk dışında, söylüyorum anlatıyorum hak arıyorum dinlemiyor bile... Son kısmında dalga geçmeye başladı ve bir de yüzüme kapattı SEGBİS'i... Bütün bunları bir araya getirdiğinizde siz ne düşünürsünüz? O davada müşteki 8 senedir duruşmalara hiç katılmamış. küsur sene önce şikayetini geri çekmiş. Silahlı olduğum iftirası mevcut olduğu için kamu davasına dönmüş. Müştekinin iki şahidinden biri hiç duruşmalara gelmemiş, zorla getirme kararlarına rağmen sözde sekiz sene boyunca bulunamamış. Diğer şahit de onların şahidi ve benim haberim bile olmadan vicdan yapıp gidip daha önce hakime -Ben yalancı şahitlik yaptım, hepsi yalan bunların... Silah da mekan basma da yoktu- demiş. Dava çoktan düşmüş. Bu davayı düşürmeyen, bu son duruşmada hakime bu tavırları sergileten, beni buraya yıldırım hızıyla getirten, beni burada hukuksuz tutan güç kim?" dedim ama diğer 15-20 kişi sarsılıp durdukça senin Hüseyin vaziyeti kurtarmaya çabalıyordu.

Hüseyin en sonuna doğru yine "Bırakın şimdi Libya'yı, gemiyi, silahları, şunları, bunları" falan demek zorunda bile kaldı. Oturduğum yerden zıplardım, başka türlü dengelerin içinde olsam. "Bu nasıl insanlık, bu nasıl vicdan, bu nasıl hukuk/adalet, bu nasıl bir çıldırtırcasına tavır" dedim. Sustum Zeki, bunu bile diyerek hala işi yokuşa süren birine ben daha ne diyeyim? "Bundan sonrasını mahkemede söyleyeceğim ve Hüseyin Bey siz de en çok bu hususlarda yargılanacaksınız. Neyi geçiştirmeye çalışıyorsunuz, neyi zorluyorsunuz? Neden sürekli birbirine tezat konuşmalar yapıyorsunuz?" dedim de "Hayır, hangi sözlerim tezatmış" diyemedi. Sustu, dondu, yüzü tutuldu, sarsıldı Zeki... Pekiyi senin haberin var mı Zeki, o vizit baştan sona kadar oradaki bir personel tarafından kayda alındı. Kayıt benim de elimde var, Ankebut Ağı mensuplarında da var ve iki taraftan da olmayıp üçüncü taraftan olanların ellerinde de var ve şimdi bile paylaşsam neler olur biliyor musun, ortalık ne hale gelir, öngörebiliyor musun?

Ya o vizitten ben çıkartıldıktan sonra o ekibin oylama yapıp da "Bu kişinin aklında ve yaşadıklarında hiçbir tuhaflık ve sorun yok. Bir an önce taburcu edilmeli" kararı birkaç kişi hariç tam bir katılımla, ezici oy çokluğu ile çıktığı halde, beni neden taburcu etmediklerini de biliyorsun değil mi? Bence sen bu hususları Tayyip'ten bile iyi biliyorsun seni gidi insan şeytanı adi mahluk seni...
Bu vizitte, beklemediği bir anda Hüseyin'i merkeze alarak oradaki herkese şunu da söyledim:

"Ben buraya cezaevinden 13 Aralık 2019 Cuma günü, önden haber bile verilmeden, akşama doğru getirildim.

Buraya geldim, cumadan sonraki pazartesi günü doktor Onur ile Begüm'ün olduğu odada yarım saat kadar konuşabildim ve sonra kimse benimle muhatap olamadı. O gün bizim cepheyle karşı cephe arasında restleşme yaşandı. Bizimkiler karşı tarafa bir şekilde seslerini duyurdular ve -Siz, bu kadar delil bulunan bunca hususta, her şeyi basit bir hastahane hamlesi ile kapatabileceğinizi mi sanıyorsunuz? O delilleri çok sayıda insan üzerinden yine de adliyelere yığmak mümkün ama hastahaneye yığmak da mümkün- dediler" dedim ve devam ediyordum "Siz, bu restleşmeden sonra mı bir daha benimle muhatap olamadınız? Vaziyete son bir defa bakacağım, tavırlarınızı göreceğim ve sonra bitirici darbeyi vuracağım, buraya deliller yığdıracağım, bu pusuyu ezip geçeceğim diye mi benimle kimse muhatap olamadı. Karşımda bunca hukuksuzluk sergileniyorken, hedef buna meydan bırakmamak mı?" diyecektim ki Hüseyin anladı, izin vermedi devam etmeme, ezici tavır sergiledi ve konuyu geçiştirdi. Ben bunu yaptıktan sonra yine "Beni buraya, yüzlerce kişinin sırasını çalarak getiren güç kim, bu kurumda kimin öne çekileceğine, önden yatırılacağına, hangi mevzuata/hukuka göre kimler karar veriyor, bunu cevaplamadınız" dedim. Yine sıkıştı, yine bir şey diyemedi.