Şu sözde seçim sürecine dair Çinlilerin de bütün oyunlarını bozacağım. Çinlileri ülkemizden tekme tokat ile kovduracağım. O aşağılık böcekler bu muameleyi fazlasıyla hak ediyorlar.

Tıpkı Araplar gibiler...

Benim devletimin gücüyle bana küstahlık yapmayacaktınız. Bunlar iyi günleriniz. Ağlaşmayın sağda solda...

Kapalı kapılar ardında kendi kendinize yaptığınız arkası boş restleri, atarları da bırakın.

Biz her şeye, her ihtimale hazırız. Tek TR'yi değil, onlarca ülkeyi karıştırıp kaosa sokmak gerekse bile bu küstahlığın cezasını ağır keseceğiz.

Hepinizi bu hususta bin kere ikaz etmiştim.

Çingene Murat Kurum'dan CIA gülü Tansu'ya kıyak...

Murat Kurum'a desteğini açıklayan Tansu Çiller’in Kilyos'ta denize nazır konumdaki arazisinin statüsü bakanlık tarafından 'Doğal Koruma Alanı' iken 'Kontrollü Kullanım Alanı' olarak değiştirildi.

Değişiklik ile birlikte arazi imar hakkı kazanabilecek.

Avukat Nihat Aydınoğlu

Ümraniye E tipi toplama kampının D-14 koğuşundaydı. 80 yaşlarında. Beni de son defasında o koğuşa koydukları için, orada denk geldik.

Avukatlıktan sonra müteahhitlik yaptığını, FETÖ'nün himmet adı altında kendisinden on daire istediğini, bunu kabul etmediğini, sonra FETÖ'nün kendisine karşı mücadele vererek işlerini bozduğunu, usulüne uygun şartlarda yapılmış binaları bile yıktırdığını, itibarını sarstığını, sonra hak sahiplerinin mağdur olduklarında kendisini dava ettiklerini vs anlatmıştı.

"Benimle uğraşan taraflar var hala ama ben de onlarla uğraşıyorum" demişti.

Laf arasında "Babanız ne iş yapıyordu?" diye sordum. "Şimdi karıştırma babayı, dedeyi. Anlattık epeyi şey ama sülale boyu anlatacak değiliz ya" dedi. Oysa çok seviyeli bir sohbet devam ediyordu ve orada babasının mesleğini sormak, sinirlenecek ya da yadırganacak bir şey değildi.

Gülmeler ekleyerek sinirini bastırmaya çabaladı ama bir anda ortam buz kesti bile...

Ben "Müteahhitlik kolay iş değil, bir insan kendi başına öğrenemez öyle kolay kolay. Babadan gelmiştir bu işler diye sordum babanızın mesleğini" dedim ama konulara devam etmek istemedi, kapattı.

O an emin oldum hem kripto kimlikli kişilerden olduğuna hem de anlattığı hikayenin doğru olmadığına...

,

Tahsilli bir çevreden geldiği, muaşeret bildiği hemen belli oluyordu.

İnsanlarla seviyeli şekilde münasebet kuruyordu. Herkesle konuşmuyor, muhatap olmuyordu. Zaten koğuşta çoğunlukla gençler vardı, kendisine "dede" diye hitap ediyorlar, yaşına hürmet ediyorlardı.

Kaldığım kısa süre içinde birkaç kez kısa süreli sohbetlerimiz oldu. Koğuş meydancısına sorduğumda "Emniyet müdürü mü ne imiş, bir şeyler anlatıyor ama ben de anlamadım" demişti.

Kendisine sordum o kısımları, anlatırken zevk alarak anlattı.

Hukuk fakültesini bitirdikten sonra askere gitmiş, askerde öğretmen yapmışlar kendisini. Mardin'de bir köyde vazife vermişler.

Kendinden önceki öğretmen kaçmış oradan, tutmamışlar öğretmeni, istememişler.

Kendisini köylünün ve ağanın nasıl tuttuğunu, takdir ettiğini, her akşam başka bir köylünün evine akşam yemeğine çağrıldığını anlattı

Köy ağası herkesi toplamış ve "Böyle bir öğretmene ben küçük kızımı değil, gelinimi bile emanet ederim. Herkes okula gidecek." demiş.

Bir süre orada öğretmenlik yaptıktan sonra, yine kendisinin anlattığına göre Emniyet teşkilatında vazife verilmiş

İstihbarat dairesi koordinasyon bir şeyi dedi, çok dikkat edemedim tam olarak ne yetki, makam verdiklerine...

"Köylülerin elinde kaç silah olduğunu bilirdik, bize gelen emirler gereği köylüde silah bırakmazdık, hepsini toplardık." dedi

"Pekiyi devamında yargılama, cezalandırma var mıydı" dedim, hemen "Yoktu" dedi

"Kur'an-ı Kerim'e el bastırırdık. Vallah bende başka silah yoktur diye yemin ederlerdi" dedi.

Anlattığına göre, sonra askerlik bitmiş, avukatlığa başlamış. "Ben hep ikinci avukat olurdum. Bazen üçüncü avukat da olurdum. Halledemezlerdi işleri, kaybederlerdi davaları, sonra bana gelirlerdi" dedi.