Akademi Dergisi
Aşağıda isimleri tek tek yazılmış olan ülkelerin hepsinde şu andan itibaren sivil hastahanelerdeki bütün elektronik cihazları, bütün sunucuları, bütün veri tabanlarını, ta ameliyat cihazlarına ve barkod sistemlerine hatta yedek jeneratörlerine kadar ağır sinyale…
This media is not supported in your browser
VIEW IN TELEGRAM
Arjantin'de, fırtına sebebiyle turuncu alarm verildi
Arjantin'in Buenos Aires kentine ulaşan yeni bir fırtınanın ardından kuvvetli ila şiddetli fırtınalar için turuncu alarm verildi.
Görüntüler şu anda Buenos Aires'in kuzeyindeki San Nicolás'tan.
Arjantin'in Buenos Aires kentine ulaşan yeni bir fırtınanın ardından kuvvetli ila şiddetli fırtınalar için turuncu alarm verildi.
Görüntüler şu anda Buenos Aires'in kuzeyindeki San Nicolás'tan.
Akademi Dergisi
Çin'deki patlama anına ait görüntüler. Patlamanın doğalgaz kaynaklı olduğu iddia edildi.
Sevinmedim ama üzüldüğümü de söyleyemem.
Dünya çok değişiyor çok... Üstünlük ve geniş imkan olarak görülen onlarca şey, sahiplerinin aleyhine dönebiliyor.
Nükleer santraller, nükleer bombalar, petrol, petrol türevleri, doğalgaz, boru hatları, büyük depolar, rafineriler, elektronik cihazlara dayalı devlet sistemleri, nükleer uçak gemileri ve deniz altı gemileri ve daha neler neler, sahiplerinin aleyhine dönebiliyorlar.
Bundan sonra bütün tarafların çok dikkatli ve tedbirli olması lazım.
Dünya çok değişiyor çok... Üstünlük ve geniş imkan olarak görülen onlarca şey, sahiplerinin aleyhine dönebiliyor.
Nükleer santraller, nükleer bombalar, petrol, petrol türevleri, doğalgaz, boru hatları, büyük depolar, rafineriler, elektronik cihazlara dayalı devlet sistemleri, nükleer uçak gemileri ve deniz altı gemileri ve daha neler neler, sahiplerinin aleyhine dönebiliyorlar.
Bundan sonra bütün tarafların çok dikkatli ve tedbirli olması lazım.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Sabır Toktaş
Kartal adliyesinden polis beni alıp da Ümraniye E tipi toplama kampına götürecekken, adliyede bindirildiğim polis aracının içindeydi Sabır Toktaş...
Kendini fenomen olarak polislere tanıtmış, şoförlük yapan polis buna "Ya sen nasıl fenomensin, bir de fenomenim diyorsun" diye konuşuyordu. Sabır'a gülüyordu. Ben mevzunun başına denk gelmemiştim.
O ilk karşılaşma anında bile, yan yana oturduğumuz Sabır'ın üzerinde yüksek seviyede tedirginlik olduğunu anlamıştım.
Bir yanıyla zeki biriydi, dikkat çeken yönleri oluyordu. Bir yanıyla aslında daralmış, idrakı kıt, odaklanamayan, ruh dünyası çökük, maneviyatsız, tedirgin, ürkek, gayretsiz, ahlaki kaideleri umursamayan biriydi. Birbirine zıt bazı halleri üzerinde görmek mümkün oluyordu.
Bana "Sen Çarşamba ya da Cuma günü çıkarsın" demişti. Hiç mevzuya girmeden, birden kendi kendine böyle demişti. Farkında olmadan metafizik görüşünü kullanıyordu. Zaten bu kişide anlaşılmaz olan da bu... Hem vasıfsız gibi görünürken hem de sık sık yüksek vasıflı gibi davranması, sık sık metafizik görüşüne uyması ve yerinde hamleler yapmasıyla oluyordu.
"Emin misin?" demiştim, "Bu hafta değilse, bir dahaki hafta Çarşamba ya da Cuma kesin çıkarsın" demişti. Yaklaşık iki hafta sonra bir Çarşamba günü çıktım ceza evinden...
Siyasete, tarihe, topluma dair geniş bir birikimi varmış gibi görmüş, kabullenmiş kendini ama pek bir şey de yoktu onda... Birkaç dikkat çekici gerçeği anlatınca arkasını getiremiyor, bir şey bilmiyordu. Anlattıklarının çoğu da Akademi Dergisinde anlattığım gerçekler. Doğrudan denk gelmeyen yüz binle, belki milyonla TR'li kişi, dolaylı yollardan bu gerçekleri zaten duyuyor.
Dışarı çıkınca kendisine ulaşmamı da istiyordu. Bana nasıl ulaşabileceğini, sosyal medya hesaplarımı da soruyordu ama telefon numaramı alıp bir kağıda yazmaktan, not etmekten bile çekinmişti. Ben ısrar edince yazdı kağıdına ama "Şimdi çıkarken memurlar görürlerse iyi olmaz" demişti.
Kartal adliyesinden polis beni alıp da Ümraniye E tipi toplama kampına götürecekken, adliyede bindirildiğim polis aracının içindeydi Sabır Toktaş...
Kendini fenomen olarak polislere tanıtmış, şoförlük yapan polis buna "Ya sen nasıl fenomensin, bir de fenomenim diyorsun" diye konuşuyordu. Sabır'a gülüyordu. Ben mevzunun başına denk gelmemiştim.
O ilk karşılaşma anında bile, yan yana oturduğumuz Sabır'ın üzerinde yüksek seviyede tedirginlik olduğunu anlamıştım.
Bir yanıyla zeki biriydi, dikkat çeken yönleri oluyordu. Bir yanıyla aslında daralmış, idrakı kıt, odaklanamayan, ruh dünyası çökük, maneviyatsız, tedirgin, ürkek, gayretsiz, ahlaki kaideleri umursamayan biriydi. Birbirine zıt bazı halleri üzerinde görmek mümkün oluyordu.
Bana "Sen Çarşamba ya da Cuma günü çıkarsın" demişti. Hiç mevzuya girmeden, birden kendi kendine böyle demişti. Farkında olmadan metafizik görüşünü kullanıyordu. Zaten bu kişide anlaşılmaz olan da bu... Hem vasıfsız gibi görünürken hem de sık sık yüksek vasıflı gibi davranması, sık sık metafizik görüşüne uyması ve yerinde hamleler yapmasıyla oluyordu.
"Emin misin?" demiştim, "Bu hafta değilse, bir dahaki hafta Çarşamba ya da Cuma kesin çıkarsın" demişti. Yaklaşık iki hafta sonra bir Çarşamba günü çıktım ceza evinden...
Siyasete, tarihe, topluma dair geniş bir birikimi varmış gibi görmüş, kabullenmiş kendini ama pek bir şey de yoktu onda... Birkaç dikkat çekici gerçeği anlatınca arkasını getiremiyor, bir şey bilmiyordu. Anlattıklarının çoğu da Akademi Dergisinde anlattığım gerçekler. Doğrudan denk gelmeyen yüz binle, belki milyonla TR'li kişi, dolaylı yollardan bu gerçekleri zaten duyuyor.
Dışarı çıkınca kendisine ulaşmamı da istiyordu. Bana nasıl ulaşabileceğini, sosyal medya hesaplarımı da soruyordu ama telefon numaramı alıp bir kağıda yazmaktan, not etmekten bile çekinmişti. Ben ısrar edince yazdı kağıdına ama "Şimdi çıkarken memurlar görürlerse iyi olmaz" demişti.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
İlk anlardan itibaren ceza evi idaresinden birileri bu kişiyi korudu, kolladı. Ben fark ettim, sordum. Açıkça anlattı. AKPKK bağlantısını, AKPKK'li üst isimlerle daha önceleri bir araya geldiğini, ceza evine haber gönderildiğini, yatmayacağını, çıkacağını hep anlattı.
Orası toplama/karantina koğuşuydu. Yani geçici olarak mahkumların konulduğu koğuş. Ben oradan kalıcı koğuşa konuldum ama Sabır Toktaş geçici koğuştan kalıcı koğuşa bile konulmadan ceza evi kuruluna çıkartıldı ve o gün tahliye edildi.
Usul gereği doktor karşısına çıkartılıyorduk, doktorun odasına bile girişi çıkışı çok hızlı oldu. Geldi yanıma, sordum. "Biz seni biliyoruz, hoş geldin, tamam geç" demişler buna, kendi anlattığına göre...
Bu fotosu aldatmasın, çok farklı görünüyor gerçek hayatta...
Orası toplama/karantina koğuşuydu. Yani geçici olarak mahkumların konulduğu koğuş. Ben oradan kalıcı koğuşa konuldum ama Sabır Toktaş geçici koğuştan kalıcı koğuşa bile konulmadan ceza evi kuruluna çıkartıldı ve o gün tahliye edildi.
Usul gereği doktor karşısına çıkartılıyorduk, doktorun odasına bile girişi çıkışı çok hızlı oldu. Geldi yanıma, sordum. "Biz seni biliyoruz, hoş geldin, tamam geç" demişler buna, kendi anlattığına göre...
Bu fotosu aldatmasın, çok farklı görünüyor gerçek hayatta...
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
İnşaat ustası gibi bir görüntüsü var.
Siması kadar, beden kalıbı ve beden dili de okumuş, yazmış adam kalıbından ve dilinden çok uzak bir kişiydi.
O kalıptan, o yürüyüşten, o oturup kalkıştan yüksek ilim, edep, hikmet, kararlılık, zeka, muhakeme, siyaset, taktik, strateji, hiçbir şey beklenmez.
Siması kadar, beden kalıbı ve beden dili de okumuş, yazmış adam kalıbından ve dilinden çok uzak bir kişiydi.
O kalıptan, o yürüyüşten, o oturup kalkıştan yüksek ilim, edep, hikmet, kararlılık, zeka, muhakeme, siyaset, taktik, strateji, hiçbir şey beklenmez.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Üst seviye devlet yetkilisi olan AKPKK'liler bunu arayıp teşekkür etmişler. Yine kendi anlattığına göre, bu Sabır Suriyelilerin sözde haklarını savunmuş. Onursuz, vatansız, harp kaçkını Suriyelilere karşı mücadele edenlerle uğraşmış. O nedenle yetkililer bunu arayıp hususi teşekkür etmişler. "Bir derdin, sorunun olursa biz buradayız" mealinde konuşmuşlar. "Bir gün gel ziyaretimize" demişler.
Hangi TV kanallarının kendisine geldiğini, ropörtaj yaptığını, haberlerde konu ettiğini anlatmıştı özet olarak... Çok konuşma fırsatı bulamamıştık ama hızlı hızlı epeyi konuya temas etmiştik.
Kendi anlattığına göre, birkaç ay sonra aramış o yetkili kişiyi, Ankara'ya CB makamına gitmiş, orada görüşme yapmışlar.
Hangi TV kanallarının kendisine geldiğini, ropörtaj yaptığını, haberlerde konu ettiğini anlatmıştı özet olarak... Çok konuşma fırsatı bulamamıştık ama hızlı hızlı epeyi konuya temas etmiştik.
Kendi anlattığına göre, birkaç ay sonra aramış o yetkili kişiyi, Ankara'ya CB makamına gitmiş, orada görüşme yapmışlar.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
"Ben Ak partiyi de savunmuyorum aslında" diye diye konuşmaları olmuştu.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Kürtçü bir zihniyeti vardı. Her meseleye Kürtçülük gözüyle bakıyordu ama soyundan pek haberi yoktu. HDPKK'li gibi bir bakış açısı vardı ama ona bir doz İslamcı münafıklık katıştırmıştı.
AKPKK ile HDPKK'nin gerçekten çatıştığını zan ediyordu ve onların aslında çok sayıda ortak temelleri olduğunu gerçekten kavrayamamış gibi görünüyordu.
Zaten o göz hatları kimde olsa, öyle bir kişinin hayatı bulanık, karar ve fikir karmaşası içinde geçer. Metafizik musallat da vardı üzerinde ve onun da şuurunda, farkında değildi. Türlü sorunlardan ötürü savrulup durduğu bir hayatı yaşıyordu.
Yine de kaba, kırıcı, yıkıp döken, ortalığı karıştıran tiplerden değildi.
AKPKK ile HDPKK'nin gerçekten çatıştığını zan ediyordu ve onların aslında çok sayıda ortak temelleri olduğunu gerçekten kavrayamamış gibi görünüyordu.
Zaten o göz hatları kimde olsa, öyle bir kişinin hayatı bulanık, karar ve fikir karmaşası içinde geçer. Metafizik musallat da vardı üzerinde ve onun da şuurunda, farkında değildi. Türlü sorunlardan ötürü savrulup durduğu bir hayatı yaşıyordu.
Yine de kaba, kırıcı, yıkıp döken, ortalığı karıştıran tiplerden değildi.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Önce "siyaset mi yapıyor acaba... Bazı meseleleri kasten mi bulama yapıyor, birbirine katıyor" diye baktım, inceledim ama bunun siyasetten haberi bile yoktu. Biraz siyaset bilse, onu uygulayacak çapı da yoktu. Adı Sabır olsa da sabrı da yoktu.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Sonra emin oldum ki bu Sabır Toktaş, kendi soyunu bile tam olarak bilmiyordu.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Karantina koğuşunun avlusunda volta vururken "Sen Toktaş'ın ne demek olduğunu bilmiyor musun?" dedim. Bakışlarına odaklanınca emin oldum ki çok bilmiyordu. Gerçekten kendini Kürt zan ediyordu.
Yine orada emin oldum ki Selahattin Demirtaş'a olan düşmanlığında samimiydi.
Yine orada emin oldum ki Selahattin Demirtaş'a olan düşmanlığında samimiydi.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
"Ben sana inanıyorum. Burada sana kıyak geçerler, sana yardımcı olurlar çünkü senin soyadın Toktaş" demiştim, şaşırmıştı. Hatta kendini biraz toparlaması bir dakika kadar sürmüştü ama "Ne var benim soyumda" diye soramamıştı.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
E tipi toplama kampı zaten hemşehricilik, toprakçılık temeliyle, daha doğrusu gizli Ermeni/Çingene temeliyle kadrolaşma yapılmış bir yer. Memurların buna göre seçildikleri kısa sürede anlaşılabiliyor.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Sokakta davul çalarken görebileceğin ve o halde görünce yadırgamayacağın kapkara, idrakı çok kapalı, konuşup anlaşmak çile olan, davranışları çok bozuk olan Çingene tipler vardı, kaç senedir ceza evinde infaz memurluğu yapıyorlardı.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Açık tenli, güleç yüzlü, sakin davranışlı, anlayışlı, merhametli, iyi niyetli duran infaz memurları da vardı ama onlara denk gelince insanın dikkatini çekiyorlardı. Çünkü sayıları daha azdı. Daha çok gizli Ermeni/Çingene memurlarla doldurulmuş bir yerdi o ceza evi...
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Ben 2019 yılında Ümraniye E tipinde karantina koğuşunda kalıp E5 koğuşuna konulmuştum. E-5 koğuşunda ille de kavgalara karışmam isteniyor, bunun için her yol deneniyordu.
Yaklaşık bir buçuk ay sonra E-5 koğuşunu patlatmış, koğuş sorumlusunu, onun yardımcısını, bunların etrafında toplaşmış beş altı kişilik çeteciği oyun dışına atmıştım. Tek yumruk kullanmadan, tek hakaret etmeden, idarenin de kolladığı ve üzerime sevk ettiği bu çeteceği oyundan düşürüne kadar saçıma gerçekten kıran girmiş. Sonradan fark etmiştim saç kıran yaşadığımı...
Hem onları E-5 koğuşundan başka koğuşa almışlardı hem de beni... Beni B-11 koğuşuna koymuşlardı.
E-5 koğuşunda sorunlar o kadar ileri seviyeye ulaşmıştı ki ben en sonunda idareye dilekçe yazarak "Koğuşumda devletin kanunları değil, orman kanunları geçerli" demiştim. Bu çetenin daha önce başkalarını intihara kadar sürüklediğini, intiharına sebep oldukları kişiyi benim önümde kahkahalarla anlattılarını, bu yolla beni de korkutmak ve sindirmek istediklerini, koğuş sorumlusunun sabahları kadın programı yapan ünlü bir kadını öldürmek için neler denediğini övüne övüne iki saat kadar kesintisiz olarak koğuştakilere anlattığını, koğuşta insanlığın sadece kırıntılarının kaldığını, ayrıca açıkça da ölümle tehdit edildiğimi yazmıştım dilekçeye...
Dilekçenin en sonunda "Ölüm tehdidi hususunda cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasını" da talep etmiştim. Zaten beni o koğuşa bilerek, planlayarak koymuşlardı. Koğuştaki o çeteyi de çoktan dağıtmalıydılar. Koğuşa girdiğimin üçüncü günü bile bir kavganın eşiğinden dönülmüştü. Koğuşta ağa gibi takılmak istediklerinde bana işlememişti, anında istenmeyen kişi olmuştum. Anlatması uzun...
Neticede bahsettiğim bu dilekçenin de gereği tam yapılmadı. İdare istemeye istemeye gelip E-5 koğuşunu dağıtmıştı. Ben gelen baş memura "Dilekçede de yazmıştım. Ben davacıyım, burada basit şeyler yaşanmadı. Ben sabır edemeseydim çok büyük hadiseler olacaktı" demiştim. "Tamam senin ifadeni alacağız zaten" demişti ama almadılar. Bunları bile, yukarıdan gelen talimatlarla gizlediler, örttüler. Orada kanunun gereği yapılsa, o dilekçe savcılığa gitse, o ceza evinde benim şartlarım anında değişecekti. Tepelerden gelen emirlerle ceza evi idaresinin oynadığı oyunlar tamamen bozulacaktı. Üstelik, devam eden yargılama ve hastahane süreçleri de kolayca lehime sonuçlanacaktı. Böyle bir şeye izin veremezlerdi.
Daha benim için ciddi bir hastahane süreci, riski de bulunmuyordu o anlarda ve bütün hedefleri, kendine ve etrafına fiziki zararlar veren biri gibi görünmemdi. Ondan sonra hastahane kartını istedikleri gibi oynayabileceklerdi.
Yaklaşık bir buçuk ay sonra E-5 koğuşunu patlatmış, koğuş sorumlusunu, onun yardımcısını, bunların etrafında toplaşmış beş altı kişilik çeteciği oyun dışına atmıştım. Tek yumruk kullanmadan, tek hakaret etmeden, idarenin de kolladığı ve üzerime sevk ettiği bu çeteceği oyundan düşürüne kadar saçıma gerçekten kıran girmiş. Sonradan fark etmiştim saç kıran yaşadığımı...
Hem onları E-5 koğuşundan başka koğuşa almışlardı hem de beni... Beni B-11 koğuşuna koymuşlardı.
E-5 koğuşunda sorunlar o kadar ileri seviyeye ulaşmıştı ki ben en sonunda idareye dilekçe yazarak "Koğuşumda devletin kanunları değil, orman kanunları geçerli" demiştim. Bu çetenin daha önce başkalarını intihara kadar sürüklediğini, intiharına sebep oldukları kişiyi benim önümde kahkahalarla anlattılarını, bu yolla beni de korkutmak ve sindirmek istediklerini, koğuş sorumlusunun sabahları kadın programı yapan ünlü bir kadını öldürmek için neler denediğini övüne övüne iki saat kadar kesintisiz olarak koğuştakilere anlattığını, koğuşta insanlığın sadece kırıntılarının kaldığını, ayrıca açıkça da ölümle tehdit edildiğimi yazmıştım dilekçeye...
Dilekçenin en sonunda "Ölüm tehdidi hususunda cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasını" da talep etmiştim. Zaten beni o koğuşa bilerek, planlayarak koymuşlardı. Koğuştaki o çeteyi de çoktan dağıtmalıydılar. Koğuşa girdiğimin üçüncü günü bile bir kavganın eşiğinden dönülmüştü. Koğuşta ağa gibi takılmak istediklerinde bana işlememişti, anında istenmeyen kişi olmuştum. Anlatması uzun...
Neticede bahsettiğim bu dilekçenin de gereği tam yapılmadı. İdare istemeye istemeye gelip E-5 koğuşunu dağıtmıştı. Ben gelen baş memura "Dilekçede de yazmıştım. Ben davacıyım, burada basit şeyler yaşanmadı. Ben sabır edemeseydim çok büyük hadiseler olacaktı" demiştim. "Tamam senin ifadeni alacağız zaten" demişti ama almadılar. Bunları bile, yukarıdan gelen talimatlarla gizlediler, örttüler. Orada kanunun gereği yapılsa, o dilekçe savcılığa gitse, o ceza evinde benim şartlarım anında değişecekti. Tepelerden gelen emirlerle ceza evi idaresinin oynadığı oyunlar tamamen bozulacaktı. Üstelik, devam eden yargılama ve hastahane süreçleri de kolayca lehime sonuçlanacaktı. Böyle bir şeye izin veremezlerdi.
Daha benim için ciddi bir hastahane süreci, riski de bulunmuyordu o anlarda ve bütün hedefleri, kendine ve etrafına fiziki zararlar veren biri gibi görünmemdi. Ondan sonra hastahane kartını istedikleri gibi oynayabileceklerdi.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Anlatması çok uzun, bu kadarı bile uzun oldu... Sonra ben, idare kahrolsa da hiç istemese de o koğuştan alındım, en az onun kadar beter bir koğuş olan ve ben oraya konmadan aylar öncesinden iç gruplaşma ve ciddi sorunlar yaşanan B-11 koğuşuna kondum. Ömrümde bir tek sigara bile içmemiş olan ben, bütün itirazlarıma rağmen o sigara içilen koğuşta aylarca tutuldum. Aylar boyunca, o küçücük koğuşta ortalama 34 kişi durmadan çevremde sigara dumanı yayıyorlardı.
O koğuşa girince bir baktım ki daha önce karantina koğuşundan sorumlu olan genç arkadaş orada. "Beni tanıdın mı" dercesine karşıma geçti, kendini gösterdi. Hemen hatırladım, ayak üstü sohbet ettik.
Sonra günler, haftalar, aylar geçti aynı koğuşta... Sık sık o arkadaşla da konuştuk ve "Abi, o karantina koğuşunda neler neler oluyor. Yatarı olan adamları girdi-çıktı gösteriyorlar. Koğuşlara konulması gereken adamları karantina koğuşunda bir iki gün tutup sonra tahliye ediyorlar. İstediklerini kolluyorlar, istediklerien takıp uğraşıyorlar" demişti.
O koğuşa girince bir baktım ki daha önce karantina koğuşundan sorumlu olan genç arkadaş orada. "Beni tanıdın mı" dercesine karşıma geçti, kendini gösterdi. Hemen hatırladım, ayak üstü sohbet ettik.
Sonra günler, haftalar, aylar geçti aynı koğuşta... Sık sık o arkadaşla da konuştuk ve "Abi, o karantina koğuşunda neler neler oluyor. Yatarı olan adamları girdi-çıktı gösteriyorlar. Koğuşlara konulması gereken adamları karantina koğuşunda bir iki gün tutup sonra tahliye ediyorlar. İstediklerini kolluyorlar, istediklerien takıp uğraşıyorlar" demişti.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Akademi Dergisi
Anlatması çok uzun, bu kadarı bile uzun oldu... Sonra ben, idare kahrolsa da hiç istemese de o koğuştan alındım, en az onun kadar beter bir koğuş olan ve ben oraya konmadan aylar öncesinden iç gruplaşma ve ciddi sorunlar yaşanan B-11 koğuşuna kondum. Ömrümde…
Zaten B-11 koğuşuna kondum, ranzaların bulunduğu üst kata kısa süre içinde çağrıldım meydancı tarafından... Kendince benimle tanışıyor ve kuralları anlatıyordu. Ardından koğuş sorumlusunun yardımcısı Volkan Çiçek geldi oraya. Usulden bir iki tanışma sorusu sordu ve hemen sonra "Bu memurlar sana çok fena takmışlar." dedi. "Hemen anlaşılıyor taktıkları, öyle değil mi?" dedim. "Evet" dercesine kafasını salladı ama ben detay bile sormadım. "Ben yanınızdan ayrılınca kapıdan sana ne dedi o sözde memurlar" diye sormadım bile...
Tertemiz, iyi niyetli, insan gibi, ahlaklı, kanunlara saygılı duran kişiye takıntı yapan bir ceza evi o E tipi toplama kampı aslında... Böyle birini bir buçuk ay çakallara yem yapmak için çırpınan bir ceza evi... Sonunda çaresiz kalıp açıkça hukuk tanımayan, dilekçelerin gereğini tam yapmayan, sonra iyice köşeye sıkışınca çok sayıda dilekçeyi açıkça yok eden ve UYAP'a sokmayan, sonra daha da sıkışınca dilekçelerin ceza evinde saklandığı evrak arşivlerini kasten yakan bir ceza evi...
Çocuk inanmaz çocuk, o ceza evinde bir yerde yangın çıkarak, sonra koğuştan koğuşa yangının sıçradığına... Koğuşların arası zırh gibi, kalkan gibi kapalı. Koğuşlarda halı, parke, perde, lambri, mobilya, ahşap kapı, hiçbir şey yok. Koridorlarda da yok, avlularda da yok. Yangını ne aktarsın...
Çıkan yangın, hukuk yolu hukuksuz şekilde kapatıldığı için sonunda yayın yoluyla ceza evine dair sarsıcı gerçekleri anlatmamdan birkaç gün sonra çıkıyor.
Tertemiz, iyi niyetli, insan gibi, ahlaklı, kanunlara saygılı duran kişiye takıntı yapan bir ceza evi o E tipi toplama kampı aslında... Böyle birini bir buçuk ay çakallara yem yapmak için çırpınan bir ceza evi... Sonunda çaresiz kalıp açıkça hukuk tanımayan, dilekçelerin gereğini tam yapmayan, sonra iyice köşeye sıkışınca çok sayıda dilekçeyi açıkça yok eden ve UYAP'a sokmayan, sonra daha da sıkışınca dilekçelerin ceza evinde saklandığı evrak arşivlerini kasten yakan bir ceza evi...
Çocuk inanmaz çocuk, o ceza evinde bir yerde yangın çıkarak, sonra koğuştan koğuşa yangının sıçradığına... Koğuşların arası zırh gibi, kalkan gibi kapalı. Koğuşlarda halı, parke, perde, lambri, mobilya, ahşap kapı, hiçbir şey yok. Koridorlarda da yok, avlularda da yok. Yangını ne aktarsın...
Çıkan yangın, hukuk yolu hukuksuz şekilde kapatıldığı için sonunda yayın yoluyla ceza evine dair sarsıcı gerçekleri anlatmamdan birkaç gün sonra çıkıyor.
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Yani eskiden bu güne hiçbir şey değişmemiş. Vatana ihanet eden soylardan birine mensupsan, gizli Ermeni, Rum, Yahudi, Ezidi vb isen adamsın... El üstündesin hem de suçun ne olursa olsun... AKPKK'li isen de öylesin ama gerçekten Türk isen, namuslu isen, vatansever isen, kanunların hakim olmasını, adaletin hakim olmasını, çetelerin son bulmasını, ülkedeki sömürmenin ve örtülü işgalin ve zulümle göz yaşının son bulmasını isteyen kişi isen de işte böyle bir ceza evi orası...
Forwarded from Mehmet Fahri Sertkaya
Bu son defa oraya kondum. Uğraşacak mesele aradılar yine... Onların kafasına göre ben sinirleneceğim, öfke ile hareket edeceğim. Onlar da fırsat bilip iyice üzerime gelecekler. Fiziki şiddet sergileyeceğim ve senelerdir bulamadıkları şeyi bulmuş olacaklar.
"Bu kişi kontrolsüz bir kişi, hastahaneye kapatılmalı" diyecekler. Sonra güya tedavi diyecekler, verecekler ilaçları, kurtul kurtulabilirsen...
Arkadaşlar tarafından ceza evi kapısından kıyafetlerim bırakıldı, günlerce bana/koğuşuma teslim etmedler. Oysa daha karantina koğuşunda iken bile herkesin kıyafetlerini hemen verdiler, veriyorlar.
Sonunda çok ağır ve hukukla tehdit eden bir dilekçe yazarak alabildim kıyafetlerimi... Günlerce o soğukta, yeterli kıyafetlerim olmadan kalmamdan zevk alacak, hiç değilse bunu yaparak bile benimle uğraşacak sözde memurların, belki müdürlerin bulunduğu bir sözde ceza evi orası...
Nasıl, iyi mi? Düşman devletinde değil, kendi devletimizde bu sözde ceza evi... Hep diyorum ya, savaşta düşmanın eline düşen bir komutan olsaydım bile bana daha düzgün, daha onurlu, hukuka daha uygun, insanlığa daha uygun muamele yaparlardı.
Dilekçede "Daha önce de kurumunuzda kaldım ve benzer muameleler gördüm. Bunlar hep bana mı denk geliyor? Öyle olmuyorsa, vazifesini yapmakta sorun çıkartan memurlar varsa tespit edilsin, sorun derhal düzeltilsin. Eşyamın bana teslim edilmemesine gerekçe olan ve bilmediğim bir kanun, tüzük varsa tarafıma yazılı olarak bildirilsin ya da savcılığa suç duyurusu yapacağım" dedim, öyle alabildim.
Hem de sabah sekizde dilekçeler toplanıyor. Yüzlerce dilekçeyi okuyup anlayıp gereğini yapacak ve o sırada bin türlü işi daha yapacak o memurlar, saat 10:00'da bana kıyafetlerimi getirdiler. Lakin birinin sinirden elleri titriyordu. Daha fazla kriz de çıkartıyordu. Oralı bile olmadım. "Tamam, ne yaparsan yap" dedim. Kapının mazgalını kapatıyordu ki yanındaki biraz daha aklı, idrakı olan bir kişiydi. Hemen araya girdi, krizi çözmeye çabaladı. Aksi halde ceza evi de onlar da iyice suçlu hale düşeceklerdi.
Bir yandan eller bile sinirden titriyor, bir yandan sesler sinirden titriyor, bir yandan kıyafetlerimi mazgaldan tek tek verirken sinirden dikkat edemiyorlar mazgala takılıyor. Acayip bir haldeydiler.
Ben ise daha fazla damarlarına basmak için, kıyafetlerimi alınca kasten gülerek "Şimdi oldu, teşekkür ederim, kolay gelsin" dedim.
Koğuşta kapı çevresinde üç beş mahkum arkadaş vardı, onlar bile hem şaşkınlardı hem de gülüyorlardı.
Mazgaldan kağıt uzatıyorlar "İmzala" diyorlar. Ne bileyim ne yazıyor, nereden geliyor, borç senedi mi, uyduruk bir itiraf dilekçesi mi, başka bir tuzak mı yoksa gerçekten usule uygun bir evrak mı...
Küçücük kapı mazgalı, bir evrak, üstünü adamın eli kapatmış, parmağını da uzatmış "Şuraya imza at" diyor.
"Görmediğim ve okumadığım şeyi imzalamam" dedim diye, ilk defalarda gelen memurlar, sinirlenip mazgalı kapatıp kapatıp gittiler. Biri sözü uzatıyordu "Tartışmayacağım, sen oraya -Şahıs, evrakı okumadığı gerekçesiyle imzalamayı ret etti- diye yaz ya da tutanak tut." dedim, zor kurtuldum gereksiz bir sıkıntıdan.
Baktım böyle de gitmeyecek ve sakin, sorunsuz biri olarak kalmam lazım, sonrasında gelen bütün evraklara "Okumadan imzaladım" yazarak, öyle imzaladım ve gönderdim.
O kadar rahatlar ki sorun da etmediler. Kanuna bu kadar aykırı bir şeyi ret eden bir insana karşı kendilerini bu kadar haklı, güçlü, dokunulmaz görüyorlardı.
"Sen bu evraklara neden böyle yazarak imza atıyorsun" demediler. Neleri imzaladığımı hala bilmiyorum. O ceza evindeki hemen her mahkumun hali de böyle... Onlar da bilmiyorlar.
"Bu kişi kontrolsüz bir kişi, hastahaneye kapatılmalı" diyecekler. Sonra güya tedavi diyecekler, verecekler ilaçları, kurtul kurtulabilirsen...
Arkadaşlar tarafından ceza evi kapısından kıyafetlerim bırakıldı, günlerce bana/koğuşuma teslim etmedler. Oysa daha karantina koğuşunda iken bile herkesin kıyafetlerini hemen verdiler, veriyorlar.
Sonunda çok ağır ve hukukla tehdit eden bir dilekçe yazarak alabildim kıyafetlerimi... Günlerce o soğukta, yeterli kıyafetlerim olmadan kalmamdan zevk alacak, hiç değilse bunu yaparak bile benimle uğraşacak sözde memurların, belki müdürlerin bulunduğu bir sözde ceza evi orası...
Nasıl, iyi mi? Düşman devletinde değil, kendi devletimizde bu sözde ceza evi... Hep diyorum ya, savaşta düşmanın eline düşen bir komutan olsaydım bile bana daha düzgün, daha onurlu, hukuka daha uygun, insanlığa daha uygun muamele yaparlardı.
Dilekçede "Daha önce de kurumunuzda kaldım ve benzer muameleler gördüm. Bunlar hep bana mı denk geliyor? Öyle olmuyorsa, vazifesini yapmakta sorun çıkartan memurlar varsa tespit edilsin, sorun derhal düzeltilsin. Eşyamın bana teslim edilmemesine gerekçe olan ve bilmediğim bir kanun, tüzük varsa tarafıma yazılı olarak bildirilsin ya da savcılığa suç duyurusu yapacağım" dedim, öyle alabildim.
Hem de sabah sekizde dilekçeler toplanıyor. Yüzlerce dilekçeyi okuyup anlayıp gereğini yapacak ve o sırada bin türlü işi daha yapacak o memurlar, saat 10:00'da bana kıyafetlerimi getirdiler. Lakin birinin sinirden elleri titriyordu. Daha fazla kriz de çıkartıyordu. Oralı bile olmadım. "Tamam, ne yaparsan yap" dedim. Kapının mazgalını kapatıyordu ki yanındaki biraz daha aklı, idrakı olan bir kişiydi. Hemen araya girdi, krizi çözmeye çabaladı. Aksi halde ceza evi de onlar da iyice suçlu hale düşeceklerdi.
Bir yandan eller bile sinirden titriyor, bir yandan sesler sinirden titriyor, bir yandan kıyafetlerimi mazgaldan tek tek verirken sinirden dikkat edemiyorlar mazgala takılıyor. Acayip bir haldeydiler.
Ben ise daha fazla damarlarına basmak için, kıyafetlerimi alınca kasten gülerek "Şimdi oldu, teşekkür ederim, kolay gelsin" dedim.
Koğuşta kapı çevresinde üç beş mahkum arkadaş vardı, onlar bile hem şaşkınlardı hem de gülüyorlardı.
Mazgaldan kağıt uzatıyorlar "İmzala" diyorlar. Ne bileyim ne yazıyor, nereden geliyor, borç senedi mi, uyduruk bir itiraf dilekçesi mi, başka bir tuzak mı yoksa gerçekten usule uygun bir evrak mı...
Küçücük kapı mazgalı, bir evrak, üstünü adamın eli kapatmış, parmağını da uzatmış "Şuraya imza at" diyor.
"Görmediğim ve okumadığım şeyi imzalamam" dedim diye, ilk defalarda gelen memurlar, sinirlenip mazgalı kapatıp kapatıp gittiler. Biri sözü uzatıyordu "Tartışmayacağım, sen oraya -Şahıs, evrakı okumadığı gerekçesiyle imzalamayı ret etti- diye yaz ya da tutanak tut." dedim, zor kurtuldum gereksiz bir sıkıntıdan.
Baktım böyle de gitmeyecek ve sakin, sorunsuz biri olarak kalmam lazım, sonrasında gelen bütün evraklara "Okumadan imzaladım" yazarak, öyle imzaladım ve gönderdim.
O kadar rahatlar ki sorun da etmediler. Kanuna bu kadar aykırı bir şeyi ret eden bir insana karşı kendilerini bu kadar haklı, güçlü, dokunulmaz görüyorlardı.
"Sen bu evraklara neden böyle yazarak imza atıyorsun" demediler. Neleri imzaladığımı hala bilmiyorum. O ceza evindeki hemen her mahkumun hali de böyle... Onlar da bilmiyorlar.