Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
"Ümmetimin fesada uğradığı (İslami ilimlerin yok olmaya yüz tuttuğu, Müslümanların garip olduğu ve sünnetim ile amel edilmediği o ahir) zamanda, benim sünnetime sarılan (ve o devrin çok zor şartlarında dahi dinini tam manasıyla yaşamak isteyen, beni görmediği halde o devirde bana tam tabi olmak için çırpınan) kimseye yüz şehid sevabı vardır."
| #HadisiŞerif - Beyhaki, ez-Zühd
"Ümmetimin fesada uğradığı (İslami ilimlerin yok olmaya yüz tuttuğu, Müslümanların garip olduğu ve sünnetim ile amel edilmediği o ahir) zamanda, benim sünnetime sarılan (ve o devrin çok zor şartlarında dahi dinini tam manasıyla yaşamak isteyen, beni görmediği halde o devirde bana tam tabi olmak için çırpınan) kimseye yüz şehid sevabı vardır."
| #HadisiŞerif - Beyhaki, ez-Zühd
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
"Mütevazı olmadıkça zahid olamazsın."
| #HadisiŞerif - Taberani, el Mu'cemül-Kebir
▫️Zahid: Zühd sahibi, şüpheli şeyleri bile terk ederek günahtan kaçan, Allah korkusuyla dünya nimetlerinden el çeken (kimse). Muttaki, dünya malına, mülküne, nimetlerine kıymet vermeyen (kişi)
"Mütevazı olmadıkça zahid olamazsın."
| #HadisiŞerif - Taberani, el Mu'cemül-Kebir
▫️Zahid: Zühd sahibi, şüpheli şeyleri bile terk ederek günahtan kaçan, Allah korkusuyla dünya nimetlerinden el çeken (kimse). Muttaki, dünya malına, mülküne, nimetlerine kıymet vermeyen (kişi)
Manevi Hastalara Çare Aramalıdır.
İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) Hazretleri buyurdular:
"Kıymetli evladım. İnsanın vücudunda bir hastalık veya bir âzâsında ağrı olsa bunlardan kurtulmak için elinden gelen gayreti gösterir. Hâlbuki aynı kimse, kendisini ebedî ölüme götürecek ve sonsuz azaba dûçar edecek olan kalp hastalığına yakalanmıştır ki bu Allâhü Teâlâ’dan başkasına bağlanmaktır. Fakat aslâ bu hastalıktan kurtulmak için herhangi bir çare düşünmemekte ve gayret göstermemektedir. Bunun bir hastalık olduğunu bilmeyen kimse akılsızdır. Bunun hastalık olduğunu bildiği halde ehemmiyet vermeyen, çare aramayan kimse ise ahmaktır."
İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) Hazretleri buyurdular:
"Kıymetli evladım. İnsanın vücudunda bir hastalık veya bir âzâsında ağrı olsa bunlardan kurtulmak için elinden gelen gayreti gösterir. Hâlbuki aynı kimse, kendisini ebedî ölüme götürecek ve sonsuz azaba dûçar edecek olan kalp hastalığına yakalanmıştır ki bu Allâhü Teâlâ’dan başkasına bağlanmaktır. Fakat aslâ bu hastalıktan kurtulmak için herhangi bir çare düşünmemekte ve gayret göstermemektedir. Bunun bir hastalık olduğunu bilmeyen kimse akılsızdır. Bunun hastalık olduğunu bildiği halde ehemmiyet vermeyen, çare aramayan kimse ise ahmaktır."
"Bunun bir hastalık olduğunu anlayabilmek için akl-ı meâd sahibi olmak lazımdır. (Akl-ı Meâd: Maîşet düşüncesinden kurtulup kendisine verilen nur vasıtasıyla sadece âhireti düşünen akıldır.) Zira akl-ı maâş sahipleri yalnız işlerin dış yüzünü anlar, işlerin iç yüzünü düşünüp anlayamaz. Nasıl ki akl-ı maâş sahipleri manevî hastalıklara aldırmazsa akl-ı meâd sahipleri de âhiret mükâfatı ümit ettiği için zâhirî hastalıkları hastalık olarak görmez. Akl-ı maâş sahibi dar görüşlüdür. Akl-ı meâd sahipleri ise keskin ve uzak görüşlüdür.
Akl-ı meâd peygamberlerin ve evliyânın nasibidir. Akl-ı maâşa zenginler ve dünya erbabı rağbet eder. İkisinin arasında çok fark vardır. Ölümü çok hatırlamak, âhiret hallerini düşünmek, daha çok âhireti düşünüp onun için gayret eden toplulukla beraber olmak akl-ı meâd sahibi olmaya sebeptir."
Akl-ı meâd peygamberlerin ve evliyânın nasibidir. Akl-ı maâşa zenginler ve dünya erbabı rağbet eder. İkisinin arasında çok fark vardır. Ölümü çok hatırlamak, âhiret hallerini düşünmek, daha çok âhireti düşünüp onun için gayret eden toplulukla beraber olmak akl-ı meâd sahibi olmaya sebeptir."
"Vücuttaki hastalıkların, dîni hükümleri ve ibâdetleri yapmakta zorluk ve yorgunluğa sebep olduğu gibi manevi hastalıkların da aynı zorluk ve yorgunluğa sebep olduğunu iyi bilmek lazımdır…
Böyle olunca bu hastalıktan kurtulmayı düşünmek ve tabîb-i hâzıklara (mânevî hastalıkların doktoru Mürşid-i Kâmil’lere) mürâcaat etmek (sığınmak) lazımdır."
Kaynak : Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 1/m.219
Böyle olunca bu hastalıktan kurtulmayı düşünmek ve tabîb-i hâzıklara (mânevî hastalıkların doktoru Mürşid-i Kâmil’lere) mürâcaat etmek (sığınmak) lazımdır."
Kaynak : Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 1/m.219
Selmân-ı Fârisî’nin ( r.a.) Tevazuu.
Bir adam atı için bir miktar yem satın aldı. O vakit Medâin vâlisi bulunan Selmân-ı Fârisî (radıyallâhü anh) Hazretlerini tanımayıp ona:
“Ey Farslı, gel de şunu taşı” dedi.
Hazret-i Selman çuvalı yüklenip onu takip etti. İnsanlar Hazret-i Selman’ı (radıyallâhü anh) gördükçe selâm veriyorlardı. Adam onlara:
“Bu zât kimdir?” diye sorunca,
“Selmân-ı Fârisî’dir” dediler. Adam hemen özür dileyerek: “Efendim, vallâhi sizi tanıyamadım, çuvalı bana veriniz” dedi. Lâkin Selman (radıyallâhü anh) şöyle buyurdu:
“Hayır, ben bu yaptığımla üç türlü hayır kazanacağımı umuyorum.
Birincisi, kibirden kurtulmuş oluyorum.
İkincisi, bir Müslümanın ihtiyâcını karşılamakta ona yardımcı oluyorum.
Üçüncüsü, eğer senin dediğin şeyi yapmamış olsam, sen onu benden daha zayıf kimseye taşıtacaktın. Ben o zayıfı korumuş oluyorum.”
Kaynak : Hilyetü’l-Evliyâ
Bir adam atı için bir miktar yem satın aldı. O vakit Medâin vâlisi bulunan Selmân-ı Fârisî (radıyallâhü anh) Hazretlerini tanımayıp ona:
“Ey Farslı, gel de şunu taşı” dedi.
Hazret-i Selman çuvalı yüklenip onu takip etti. İnsanlar Hazret-i Selman’ı (radıyallâhü anh) gördükçe selâm veriyorlardı. Adam onlara:
“Bu zât kimdir?” diye sorunca,
“Selmân-ı Fârisî’dir” dediler. Adam hemen özür dileyerek: “Efendim, vallâhi sizi tanıyamadım, çuvalı bana veriniz” dedi. Lâkin Selman (radıyallâhü anh) şöyle buyurdu:
“Hayır, ben bu yaptığımla üç türlü hayır kazanacağımı umuyorum.
Birincisi, kibirden kurtulmuş oluyorum.
İkincisi, bir Müslümanın ihtiyâcını karşılamakta ona yardımcı oluyorum.
Üçüncüsü, eğer senin dediğin şeyi yapmamış olsam, sen onu benden daha zayıf kimseye taşıtacaktın. Ben o zayıfı korumuş oluyorum.”
Kaynak : Hilyetü’l-Evliyâ
Kuran Tefsirine Dair; Kimler Kur`an-ı Kerim Tefsiri Yazabilir?
Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri için, şu on beş ilmi mükemmel bilmek şarttır: Lugat, Nahiv, Sarf, İştikâk, Meânî, Beyân, Bedî‘, Kırâet, Akâid, Usûlü Fıkıh, Esbâb-ı Nüzûl, Nâsih-Mensûh, Fıkıh, Hadîs ve bunlara ilâveten Allâhü Teâlâ tarafından ihsân olunan ilm-i ledünnî.
Cenâb-ı Hakk’ın vergisi olan ilm-i ledünnî, “Kim bildiği ile amel ederse Allâhü Teâlâ ona bilmediklerini öğretir” hadîs-i şerifinde haber verilen ilimdir. Kurân-ı Kerîm ilimleri sâhili olmayan okyanus gibidir. Günahda ısrar eden kalbinde bid‘at, kibir, hevâ, dünyâ sevgisi olan, îmânı tahkîk mertebesine ermemiş kimseye Kur’ân-ı Kerîm’in esrârı aslâ keşfolmaz, verilmez.
Bu sayılan âlet ilimleri ve âlî (yüce) ilimler, müfessirler için birer âlet mesâbesindedir. Bu ilimlere muttali olmayan kimselerin yazmaya cür’et edecekleri tefsîrler, kendi görüşüne göre tefsîr kabîlinden olacağı cihetle mutâlaası asla câiz değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri için, şu on beş ilmi mükemmel bilmek şarttır: Lugat, Nahiv, Sarf, İştikâk, Meânî, Beyân, Bedî‘, Kırâet, Akâid, Usûlü Fıkıh, Esbâb-ı Nüzûl, Nâsih-Mensûh, Fıkıh, Hadîs ve bunlara ilâveten Allâhü Teâlâ tarafından ihsân olunan ilm-i ledünnî.
Cenâb-ı Hakk’ın vergisi olan ilm-i ledünnî, “Kim bildiği ile amel ederse Allâhü Teâlâ ona bilmediklerini öğretir” hadîs-i şerifinde haber verilen ilimdir. Kurân-ı Kerîm ilimleri sâhili olmayan okyanus gibidir. Günahda ısrar eden kalbinde bid‘at, kibir, hevâ, dünyâ sevgisi olan, îmânı tahkîk mertebesine ermemiş kimseye Kur’ân-ı Kerîm’in esrârı aslâ keşfolmaz, verilmez.
Bu sayılan âlet ilimleri ve âlî (yüce) ilimler, müfessirler için birer âlet mesâbesindedir. Bu ilimlere muttali olmayan kimselerin yazmaya cür’et edecekleri tefsîrler, kendi görüşüne göre tefsîr kabîlinden olacağı cihetle mutâlaası asla câiz değildir.
Kendi bozuk kanaatlerini yaymak istediklerinden kötü itikad sahiplerinin yazdıkları tefsirler itimada ve mütâlaaya asla lâyık değildir. Resûlullâh’ın (s.a.v.) sünnetine sarılmayanların tefsirleri de itimaddan mahrum ve manevî feyizden nasipsiz olacağından yine okunması tavsiye edilmez. Hele Bâtınıyye, Râfizıyye gibi sapıkların tefsirleri İslam bünyesini tahrip gibi hâince bir maksada dayandığından bunları ele almak bile câiz değildir.
Bid‘at sâhiplerinin tefsirleri de kendi bâtıl, boş itikadlarını te’yîd düşüncesiyle yazılmış şeylerdir. Bunlardan bir takımı, kendilerini gizleyerek haktan yana görünmüş, halkı ehl-i sünnet yolundan ayırmak gayesi gütmüşlerdir. Bunun için tefsirlerinde kalplere şüphe bırakacak meseleleri yazmışlar, yazıları arasına saf zihinleri tereddüde düşürecek, muhâkemesiz kimseleri yanlış kanâatlere saptıracak ibâreler sokuşturmuşlardır.
Bu sebeplerle Ehl-i Sünnet âlimlerinin mutemed tefsirlerinden başka tefsîr ve meâlleri okumak aslâ câiz olamaz.
(Ömer Nasuhi Bilmen, Tefsîr Tarihi)
Bid‘at sâhiplerinin tefsirleri de kendi bâtıl, boş itikadlarını te’yîd düşüncesiyle yazılmış şeylerdir. Bunlardan bir takımı, kendilerini gizleyerek haktan yana görünmüş, halkı ehl-i sünnet yolundan ayırmak gayesi gütmüşlerdir. Bunun için tefsirlerinde kalplere şüphe bırakacak meseleleri yazmışlar, yazıları arasına saf zihinleri tereddüde düşürecek, muhâkemesiz kimseleri yanlış kanâatlere saptıracak ibâreler sokuşturmuşlardır.
Bu sebeplerle Ehl-i Sünnet âlimlerinin mutemed tefsirlerinden başka tefsîr ve meâlleri okumak aslâ câiz olamaz.
(Ömer Nasuhi Bilmen, Tefsîr Tarihi)